Posts

Showing posts from April, 2020

DOĞRUCU KUŞ

Image
Bir zamanlar güneşin parıltısı ve kasabaların gürültüsünden uzakta, ağaçların ardında ve çalıların altında sakince akarak üzerinde şakıyan kuşları dinleyen bir derenin kıyısına bir kulübe yapmış fakir bir balıkçı yaşarmış. Bir gün balıkçı her zamanki gibi ağlarını atmaya çıktığında, akıntıyla kendisine doğru gelen kristal bir beşik görmüş. Ağını beşiğin altına hızlıca atarak beşiği çekmiş ve üzerindeki ipek örtüyü kaldırmış. Beşiğin içinde, yumuşak bir pamuk yatağın üstünde yatan biri erkek diğeri kız iki bebek varmış. Bebekler gözlerini açmış balıkçıya gülümsüyorlarmış. Adamın içi bu gördükleri karşısında acımayla dolmuş, oltalarını bırakarak beşiği almış ve onları evine götürmüş. Balıkçının karısı beşikteki bebekleri görür görmez çaresizce ellerini havaya kaldırmış. “Sekiz çocuk neyine yetmiyor?” diye bağırmış kadın. “Yetmezmiş gibi eve iki bebek daha getiriyorsun. Onları nasıl beslemeyi düşünüyorsun?” “Onların açlıktan ölmesine göz yummamı sen de istemezdin,” diye yanıt

MİNİK PAPATYA ♫

Image
Hadi, kulak verip dinleyin. Uzaaak diyarlarda, benzerini muhakkak ki sıkça gördüğünüz cinsten şirin bir evcik bir yolun kenarında öylece dururmuş. Bu şirin evciğin küçük çitlerle çevrili bahçesi çiçeklerle doluymuş. Çitlerin dibinde, yumuşacık yeşil çimlerin arasında, minik bir papatya bitivermiş. Güneş, bu iri ve güzel bahçe çiçeklerinin üzerinde olduğu gibi, minik papatyanın üzerinde de sıcacık ve ışıl ışıl parıldıyormuş. Böylece, minik papatya an be an büyüyormuş. Minik papatya her sabah, ortasındaki küçük altın renkli yuvarlağın etrafındaki beyaz taç yapraklarını, ışınlar misali açarmış. Çimenlerin arasında fark edilmediğini yahut yalnızca zavallı, önemsiz bir çiçek olduğunu düşünür gibi bir hali yokmuş. Tüm bunlara aldırış etmeyecek kadar mutlu hissediyormuş. Her sabah, neşeyle yüzünü ılık güneşe dönüyor, masmavi gökyüzünü seyrediyor ve gökte şarkı söyleyen tarla kuşunu dinliyormuş. O gün, günlerden yalnızca pazartesi olmasına rağmen, minik papatya sanki harika bir t

JACK VE FASULYE SIRIĞI ♫

Image
Bir zamanlar, Jack adında bir oğlu ve Süt Beyazı adında bir ineği olan dul bir bayan yaşarmış. Tek geçim kaynakları her sabah taşıyıp sattıkları inek sütüymüş. Fakat bir sabah Süt Beyazı süt vermeyince ne yapacaklarını bilememişler. “ Ah, şimdi ne yapacağız. Şimdi ne yapacağız?” demiş dul bayan, ellerini ovuşturarak. “Neşelen anne, üzülme, bir iş buluş çalışırım ben,” demiş Jack. “Bunu daha önce denedik, seni kimse işe almıyor,” demiş annesi. “Süt Beyazı’nı satmalı, parasıyla dükkan açmalı veya başka bir şey yapmalıyız belki de.” “Peki anne,” demiş Jack; “Bugün pazar kuruluyor. Ben götürüp en hızlı bir şekilde Süt Beyazı'ı satayım, sonra ne yapacağımıza bakarız.” Böylece ineğin yularından tutmuş ve yürümeye başlamış. Jack henüz fazla yol almamışken, “Günaydın Jack,” diyen komik görünümlü adamla karşılaşmış. “Size de günaydın,” demiş Jack. Bir yandan da bu komik görünümlü adam benim adımı nereden biliyor diye meraka kapılmış. “Pekala Jack, nereye gidiyorsun bakalım?” demiş

AZİZ JORDİ EFSANESİ ♫

Image
Bir varmış bir yokmuş, civardaki mağaralarda yaşayan bir devin dehşet saldığı küçücük bir ülke varmış. Dev yıllardır ülkenin zavallı halkına rahat huzur yüzü göstermemiş; durmadan onlardan yiyecek istiyormuş. İlkin tavuklarını vermişler ama bu devi doyurmaya yetmemiş. Hemen daha fazlasını istemiş. İnsanlar can korkusuyla bütün koyunlarını ve keçilerini vermişler sonra. Bunlar da devi doyurmaya yetmemiş. En sonunda ineklerini de vermişler ve verecek başka bir şeyleri kalmamış. Artık yalnızca dev değil, küçük ülkenin halkı da açmış. Dev inekleri yiyip sindirdikten ve ülkede yiyebileceği hayvan kalmadığını anladıktan sonra yine mağarasından çıkmış ve korkunç bir talepte bulunmuş: “Bana her gün çocuklarınızdan birini vereceksiniz. Eğer dediğimi yapmazsanız, öyle öfkelenirim ki ülkenizin izini bırakmam bu yeryüzünde,” demiş. Söylediklerinde ne kadar ciddi olduğunu göstermek için de burnundan çıkan alevlerle evlerden birini yakıp kül etmiş, sonra da kuvvetle üfleyip küllerini göğe sav

KAPLUMBAĞA ve SU AYGIRI )

Image
Bir zamanlar bir pınarın kıyısında yaşayan ve oralarda yetişen küçük soğanlarla beslenen bir kara kaplumbağası varmış. Günlerden bir gün, nehrin içinden bir su aygırı karaya çıkıvermiş. Bunu gören kaplumbağanın korkudan ödü patlamış. Birkaç gün sonra bu kez bir fil görmüş kaplumbağa. Bu kez şaşkınlıktan dili tutulmuş. Biraz sakinleşince kendi kendine demiş ki, "Daha birkaç gün önce su aygırı kadar büyük hayvanların olduğunu bile hayal edemezken, şimdi su aygırının en güçlü hayvan olmadığını biliyorum". Kaplumbağa çok akıllı bir hayvanmış ve su aygırının suda, filin ise karada yaşadığını anlamış. O yüzden su aygırına gidip şöyle demiş: "Sevgili dostum, fil her yerde senden daha güçlü olduğu anlatıp duruyor. Bana küçük bir armağan verirsen hakkında neler anlattığını sana söylerim". Su aygırı gülmüş, "Sen de çok aptalsın, saçmalık bu! Ormandaki bütün hayvanlar içinde benim kadar güçlüsü olduğuna inanmam! Kim benim gibi hem suda yaşayıp, hem uzun saatler kar

AKIL MI, ŞANS MI? ♫

Image
Akıl ve Şans bir gün tartışıyorlarmış. “Bir adam ancak şansı varsa adam olur,” diyormuş Şans. “Hayır, aklı varsa adam olur,” diye ısrar ediyormuş Akıl. Sonunda komşu tarlada çalışan bir çiftçi üzerinde bunu deneyip görmeye karar vermişler. Önce Şans yaklaşmış adama ve işte tam o anda sabanın altüst ettiği topraktan bir testi çıkmış. Çiftçi hemen durmuş, testinin kapağını açmış ve içinin altın paralarla dolu olduğunu görmüş. “Oh be!” diye bağırmış, “Zengin oldum.” Ama hemen sonra aklından, “Zengin oldum ama, ya hırsızlar bunu duyar da gelip altınlarımı çalmak isterlerse, ben de vermek istemezsem, ya beni öldürürlerse?” diye geçirmiş ve kaygılanmış. Çiftçi bunları düşünürken köye giden hâkimin oradan geçtiğini görmüş. Hemen gidip altınlarını hâkime vermeye ve kendi sessiz sakin hayatına devam etmeye karar vermiş. Bunun üzerine koşmuş gitmiş ve hâkimi tarlasına çağırmış. Ama daha hâkim gelmeden Akıl adamın aklına girmiş. Hemen testiyi saklamış ve hâkime demiş ki: “Efendim, s

CESUR TERZİCİK

Image
Serin bir yaz sabahı Terzicik masasının başına geçmiş neşeyle harıl harıl dikiş dikiyormuş. Sokaktan geçen köylü kadın kafasını terziciğe doğru çevirip “Reçel satıyorum, mis gibi reçellerim vaar!“ diye seslenmiş. Bu ses terziciği büyülemiş sanki. Hassas bedenini camdan hafifçe sarkıtarak, “Yukarı gel sevgili bayan, yükün hafiflesin biraz,“ demiş. Kadın ağır sepetleriyle üç kat merdiven çıkarak terziciğin yanına gelmiş, sepetindeki çeşitli kavanozları önüne sıralamış. Terzicik bütün kavanozları tek tek elleyip koklayarak bir bir incelemiş nihayet kararını vermiş, “Bu iyiye benziyor, bundan bir kaç kaşık tartar mısın, biraz fazla olsa da fark etmez,“ demiş. Bu kadarına çok sinirlenip öfkelense de satıcı kadın istenileni tartıp terziciğe vermiş. Sonra da öfkeyle oradan uzaklaşmış. Terzi elindeki reçeli kaldırarak “Tanrım bu reçeli kutsa, bana güç, kuvvet ve kudret versin,“ demiş. Dolaptan ekmeğini çıkarmış, reçeli olduğu gibi iştahla üstüne sürmüş. Ekmeğinden bir ısırık almadan ö

TİLKİ ve GELİNCİK ♫

Image
Bir gün gelincik tilkiye demiş ki, "İkimizin de ne eşi var, ne çocuğu. Gel beraber yaşayalım ve her şeyimizi paylaşalım, hayat daha kolay olur." Tilki bu öneriyi kabul etmiş ve beraber yaşamaya başlamışlar. İşleri güçleri kuşları yakalayıp yemekmiş. Yine bir gün çalıların arasında avlanırken bir kuytuda beç tavuğu yumurtaları olduğunu fark etmişler. Tilki hemen "Şu beç tavuğunu yakalayalım!" demiş ve bir tuzak kurup tavuğu avlamış. Eve döndüklerinde tilki tavuğu ve yumurtalarını pişirme görevini gelinciğe vermiş ve biraz dinlenmek üzere yatıp uyumuş. Gelincik hemen işe koyulmuş. Beç tavuğu kızarmaya başlayınca odaya enfes bir koku yayılmış. Burnuna gelen kokuya dayanamayan gelincik önce bütün tavuğu, sonra da yumurtaları bir güzel mideye indirmiş. Karnı doyunca yumurta kabuklarını toplayıp temizlemiş ve bir köşeye saklamış. Tavuğun tüylerini ve ayaklarını da şöminede yanan ateşe atmış. Sonra o da uyumuş. Ateşte yanan tüyler çok geçmeden rahatsız edici b

KUŞ İLE BALİNA ♫

Image
Bir varmış bir yokmuş, denizin birinde bir balinaya aşık bir kuş ve bir kuşa aşık bir balina varmış. Kuş, balinanın o güzel gülüşüne âşıkmış, balinanın suda yüzüşüne de hayranmış. Balinaysa, kuşun o güzel mi güzel beyaz tüylerine âşıkmış. Kuşun gökyüzünde süzülüşünü seyretmeye bayılırmış. İkisi de küçük balıkları yemeyi çok severmiş. Kuş ve balina, yazın körfezde karşılaşırlarmış. Konuştukça konuşurlarmış; bir aydan ve gelgitten bir okyanustaki teknelerden bahsederlermiş. Kuş, komik şeyler anlatıp balinayı güldürürmüş. Balinaysa güzel şarkılar söyleyip kuşu duygulandırırmış. “Bir gün, okyanustaki ailemle tanışabilirsin,” demiş balina. “Sen de bir gün yeryüzündeki arkadaşlarımla tanışabilirsin,” demiş kuş. Her şey güllük gülistanlıkmış, ama dünyanın, bir kuş ile bir balina birbirine âşık diye duracağı falan yokmuş. Yaz bitmiş, sonbahar gelmiş. Sonbahar bitmiş, kış gelmiş. Kıs gelince okyanusun suları soğumuş ve tüm balinalar daha sıcak sulara doğru yüzmeye başlamış. “Benimle

AKILLI KEDİ ♫

Image
Bir zamanlar ülkenin birinde kıtlık baş gösterince bütün fareler ekmek elden su gölden yaşayabilecekleri kralın kilerine gidip yerleşmiş. Saray görevlileri kilere birkaç kedi getirip bıraktıysa da farelerin çok sayıda olması ve son derece dikkatli hareket etmeleri nedeniyle pek bir sonuç elde edilememiş. Bunun üzerine kral ülkedeki en güçlü ve en akıllı kedinin aranıp bulunması ve kilerine getirilmesi talimatını vermiş. Gel zaman git zaman bulunmuş bu akıllı kedi. Kilerde bir sürü fareyi silip süpürmüş. Ne var ki zaman geçtikçe fareler daha da dikkatli olmaya başlamışlar. O kadar titizlermiş ki, kedi neredeyse hiç avlanamaz olmuş. Akıllı kedi oturup ne yapabileceğini düşünmüş. Üzerine bir matem kıyafeti geçirmiş, kafasına bir matem şapkası takmış, eline de kederini gösteren bir baston almış. Ufak bir fare kendisine doğru seğirttiğinde sessiz ve hareketsiz bir köşede oturuyormuş. Bunu gören bütün fareler, "Oh ne güzel," demişler, "herhalde babası öldü, o yüzden a

LANETLİ PRENS ♫

Image
Zamanın birinde, uzun yıllar oğlu olmamış bir Mısır Kralı varmış. Bir gün, tanrılara kendisine bir oğlan ve vâris vermeleri için yalvarmış, tanrılar da onun dualarını duymuş ve dileğini yerine getirmeye karar vermiş. Çok geçmeden Kraliçe gebe kalmış ve bir oğlan çocuğu doğurmuş. Her çocuğun gelecekte başına ne geleceğini bilen Tanrıça Hathors bebeğin doğumunu kutlamak için gelmiş ve bebeğin kaderinde bir timsah, yılan ya da köpek tarafından öldürülmek olduğunu söylemiş. Çocuğun bakıcıları hemen Kral’a gitmiş ve Hathors’un söylediklerini ona anlatmışlar. Kral Hazretleri üzücü haberlerle kahrolmuş ve dehşete kapılmış. Bu nedenle çocuğun uzak bir köyde yapılacak saray gibi bir evde kapalı tutulmasını emretmiş. Çocuğun emrinde bir sürü hizmetli varmış, istediği her güzel şeye sahip oluyormuş ama üç lanetten biri onu ele geçirmesin diye dışarıya, diğer insanların arasına çıkmasına izin verilmiyormuş. Çocuk biraz büyüdüğünde bir gün evin çatısına çıkmış ve yolun kenarında yürüye