CESUR TERZİCİK




Serin bir yaz sabahı Terzicik masasının başına geçmiş neşeyle harıl harıl dikiş dikiyormuş. Sokaktan geçen köylü kadın kafasını terziciğe doğru çevirip “Reçel satıyorum, mis gibi reçellerim vaar!“ diye seslenmiş. Bu ses terziciği büyülemiş sanki. Hassas bedenini camdan hafifçe sarkıtarak, “Yukarı gel sevgili bayan, yükün hafiflesin biraz,“ demiş. Kadın ağır sepetleriyle üç kat merdiven çıkarak terziciğin yanına gelmiş, sepetindeki çeşitli kavanozları önüne sıralamış. Terzicik bütün kavanozları tek tek elleyip koklayarak bir bir incelemiş nihayet kararını vermiş, “Bu iyiye benziyor, bundan bir kaç kaşık tartar mısın, biraz fazla olsa da fark etmez,“ demiş. Bu kadarına çok sinirlenip öfkelense de satıcı kadın istenileni tartıp terziciğe vermiş. Sonra da öfkeyle oradan uzaklaşmış.

Terzi elindeki reçeli kaldırarak “Tanrım bu reçeli kutsa, bana güç, kuvvet ve kudret versin,“ demiş. Dolaptan ekmeğini çıkarmış, reçeli olduğu gibi iştahla üstüne sürmüş. Ekmeğinden bir ısırık almadan önce yarım kalan şövalye içliğini dikmek için makinesinin başına geçmiş. Bir yandan dikiş dikiyor, diktikçe de neşesi artıyor keyifleniyormuş. Bu arada reçelden yayılan hoş koku sinekleri kendine çekmiş ve sinekler duvarda öbeklenmiş. Terzicik “Ah! Sizi kim davet etti, ben size simdi gösteririm gününüzü!“ diyerek bu davetsiz misafirleri kovalamış havluyla. Almanca anlamayan sinekler bir süre sonra bu kez de sürü halinde ekmeğe üşüşmüşler. Buna çok canı sıkılan Terzi “Şimdi ben size gösteririm gününüzü,“ diyerek, elindeki havluyla acımasızca vurmaya başlamış sineklere. Vurduğu sineklerden en az yedisi terziciğin önünde bacaklarını uzatmış, ölü yatıyormuş. “Ne kadar cesur bir adamsın sen!“ diye övünmeye başlamış terzicik. “Bunu bütün şehir duymalı, ahh! Şehir ne ki tüm dünya duymalı!“ diyerek hemen bir kemer ölçüp biçmiş ve üstüne “BİR VURUŞTA YEDİSİ BİRDEN“ yazısını büyük harflerle işlemiş kemerine. Yüreği heyecan ve sevinçten tir tir titriyormuş, artık kabına sığamaz olmuş. Terzi kemeri beline dolamış. Artık dünyaya açılmasının zamanı geldi diye düşünüyormuş, artık bu küçük terzi dükkânında daha fazla duramazmış. Yanına neler alabilir diye söyle bir göz atmış etrafına, bayatlamış bir parça peynirden başka bir şey görememiş. Peyniri ceketinin cebine atmış ve dışarı çıkmış. Kapısının önündeki çalılığa takılmış bir kuş görmüş, onu da alıp peynirin yanına koymuş ve cesurca yola koyulmuş.

Yükü hafifmiş, hiç yorgunluk hissetmeden çevik adımlarla ilerliyormuş. Yürüdüğü yol onu yüksek bir dağa ulaştırmış. Dağın zirvesine tırmandığında, kendi halinde sakin sakin etrafı izleyen koca bir dev görmüş. Korkusuzca devin yanına yaklaşan terzicik, “Merhaba arkadaş! Orada oturmuş koskoca dünyayı seyrediyorsun değil mi? Ben de dünyayı görmek için yola çıktım, benimle gelir misin?” demiş. Dev, terziciği yukarıdan aşağıya süzdükten sonra, “Hadi oradan serseri, rezil, sefil,” diye aşağılamış terziciği. “Öyle mi sanıyorsun,” demiş terzicik belindeki kemeri gösterip “Oku da nasıl bir adamım gör bak.” Dev kemerdeki “BİR VURUŞTA YEDİSİ BİRDEN” yazısın okmuş ve bu çelimsiz adamın öldürdüğü insanlar sanarak az da olsa saygı duymuş ona. Ama her şeye rağmen onun gücünü denemek isteyen dev, eline bir taş alıp sıkmış ve suyunu çıkartmış. “Hadi bakalım, sen de yap da göreyim o gücünü!” demiş terziye. “O da ne ki, benim için tam bir çocuk oyuncağı,” demiş terzicik ve cebinden çıkardığı yumuşak peyniri sıkıp suyunu çıkarmış. “Nasıldı? Seninkinden çok daha iyiydi değil mi?” demiş küstahça. Dev bu küçük adamdan beklemediği bu güç gösterisi karşısında ne söyleyeceğini şaşırmış. Yerden bir taş alıp havaya fırlatmış ve tas gözden kaybolmuş. “Hadi bakalım erkek ördek, sende yap da göreyim,” demiş. “İyi atıştı ama o taş sonunda yere düşecek. Benim attığım ise geri gelmeyecek,” demiş terzicik ve cebinden çıkardığı kuşu havaya fırlatmış. Kuş, özgürlüğüne kavuşmanın sevinciyle uçup gitmiş ve gözden kaybolmuş. “Buna ne diyorsun arkadaş?“ diye sormuş Terzi. “Taş atmada üstüne yok, bakalım yük taşımada da bu kadar maharetli misin?“ diyen dev, yere devrilmiş koskoca bir meşe ağacını göstererek “O kadar güçlüysen bir omuz ver de bu ağacı ormandan dışarıya taşıyalım,“ demiş terziciğe. “Memnuniyetle,“ diye cevap vermiş küçük adam. “Sen köküyle sırtına al, bende çok ağır olan dallara ve yapraklara el atayım.“ Dev ağacı olduğu gibi sırtlamış, arkasını göremediği için sırtında taşıdığı terzicikten habersiz yola devam etmiş. Uyanık terzicik devin üstünde keyifle “Üç terzi kapıyı açıp giderdi,“ diye ıslıkla bir de şarkı tutturmuş, ağaç taşıması sanki çok kolaymış havası yaratmak için. Bu ağır yükü bir süre daha taşıyan dev, daha fazla dayanamayarak, “Hey! Duyuyor musun ağacı yere bırakacağım,“ diye seslenmiş. Sanki kendisi de taşımış gibi ağacı, “Koskoca devsin ama bir ağacı taşımak zor geliyor,“ diye sitem etmiş deve terzicik. Dev terziciği ve ağacı sırtından indirmiş.

Yola devam etmişler, bir kiraz ağacının yanından geçerken dev ağacın tepesinden tutarak eğmiş kiraz ağacını, üstündeki kirazları terziciğe ye diye göstermiş ve dalları terzinin eline tutuşturmuş. Dalları zapt edecek güce sahip olmayan terzicik devin dalları bırakmasıyla havaya uçmuş, şans eseri yaralanmadan yere indiğinde “Ne o, incecik dalları tutamayacak kadar güçsüz müsün?“ diye dalga geçmiş dev. “Gücümde değişen bir şey yok, hele hele bir vuruşta yedisini birden deviren için bunlar çocuk oyuncağı,“ diye cevap vermiş terzicik. “Ağaçtan aşağıya atlamak zorunda kaldım çünkü çalıların arasından bir avcı bana doğru nisan almıştı. Cesaretin varsa hadi sende gel atla!“ Dev aynı hareketi denemiş ama başaramamış. Dev terziciğe “Madem bu kadar cesursun o halde gel de geceyi bizim mağarada geçir,“ demiş. Terzi kabul etmiş ve devin peşinden mağaranın yolunu tutmuş.

Mağaraya geldiklerinde diğer devlerin ocağın basında kızarmış koyunu iştahla yediklerini görmüşler. Terzi etrafı gözleriyle tarayarak “Burası benim terzi atölyemden oldukça büyük,“ demiş. Dev ona geceleyeceği yatağı göstermiş. Yatak büyük gelince terziciğe, o da bir köşeye kıvrılmayı tercih etmiş. Gece yarısı kalkan dev terziciğin derin uykuda olduğunu düşünerek eline geçirdiği büyükçe demir bir çubuğu yatağa var gücüyle indirmiş ve “Çekirgeyi ezdim nihayet!“ diye sevinmiş. Sabahın erken vaktinde devler ormanın yolunu tutmuşlar ve terziyi tamamen unutmuşlar. Terzi neşeli ve gözükara bir şekilde devlerin peşine düşmüş. Devler onu görür görmez büyük bir korkuya kapılmışlar. Öldürüleceklerini sanarak her biri bir yere dağılmış.

Terzi küçük sivri burnunun doğrusuna keyifle yürümeye devam etmiş. Uzun süre dolaştıktan sonra bir sarayın avlusuna gelmiş. Yorgun düştüğü için hemen orada çimenlerin üzerinde uyuyakalmış. Bir yabancının saray avlusunda uyuduğunu gören saray halkı başına toplanıp onu dikkatle ve merakla incelemişler. O ara da belindeki kemerdeki “BİR VURUŞTA YEDİSİ BİRDEN“ yazan işlemeyi görmüşler. “Ah! Bu barış ortamında bu büyük savaşçı ne arıyor burada? Çok güçlü bir kahraman olmalı,“diyerek, hemen krala haber vermişler. Bir daha savaş patlak vermesi ihtimaline karşı böyle bir cengaver kaçırılmamalıymış. Bu öneri kralın hoşuna gitmiş. Terzi uyanır uyanmaz derhal orduya katılmasını emretmiş. Gönderilen adam gerinerek uyanan terziciğe kralın teklifini sunmuş. “Ben zaten buraya onun için geldim, kralın emrine amadeyim,“ demiş. Terziciğe görkemli bir merasim düzenlenmiş, özel konut verilmiş. Terziciğe yapılan bu torpil kralın savaşçılarının hiç mi hiç hoşuna gitmemiş. Kendi aralarında “Nerden çıktı bu, keşke binlerce mil ötede kalsaydı,“ diye şikayetlenmişler. Onunla kavgaya tutuşmayı da göze alamamışlar, ne de olsa bir vuruşta yedisini birden deviren adammış.

Başa çıkamayacaklarını düşünerek kralın huzuruna çıkıp “Biz böyle bir adamla aynı yeri paylaşmak istemiyoruz, gidiyoruz,“ demişler. Ve tüm apoletlerini krala geri devretmişler. Kral en sadık adamlarını kaybetmekten dolayı büyük üzüntü duymuş. “Nereden çıktı bu adam, gözüm görmese, kulağım duymasaydı keşke. Başımdan def olup gitse ya,” diye düşünmüş. Fakat korkmuş bu adamdan, kendisini tahtından eder diye. O yüzden Terziciği kendi adamlarına öldürtüp tahtta kalmaya devam etmek istemiş.

Uzun uzun düşünmüş kral ve bir çözüme ulaşmış. Terziciğe haber göndererek, onun gibi bir kahramana yakışır bir önerisi olduğunu bildirmiş. Ülkesinin ormanlarının birinde iki dev yaşıyormuş ve çok tehlikeliymişler. Ortalığı yakıyor yıkıyor çalıyor, çırpıyorlarmış. Eğer bu iki devi öldürmeyi başarırsa biricik kızını onunla evlendireceğine, krallığının yarısını evlilik hediyesi olarak vereceğine söz vermiş. İsterse yanına yüz asker de alabilirmiş. Terzicik “Böyle bir teklif almak her insanin başına konacak bir talih kuşu değil, değil, tam da senin gibi bir adama yakışır bir teklif. Bir prenses ve ülkenin yarısı, kimseye nasip olmaz, ” demiş içinden. “Yüz atlıya gerek yok, devleri tek başıma hallederim, bir vuruşta yedisini birden deviren, iki devden korkacak değil ya!” diyerek yola koyulmuş terzicik.

Yüz asker her şeye rağmen peşinden gitmiş. Ormanın kenarına geldiklerinde askerlere “Siz burada bekleyin, devlerin hakkından kendim geleceğim,“ diyerek ormanın derinliklerine doğru dalmış. Etrafı sağlı sollu iyice incelerken çok geçmeden iki devin bir ağacın altında uyuduklarını görmüş. Öylesine horluyorlarmış ki başuçlarındaki ağacın dalları sağa sola sallanıyormuş.

Terzicik her iki cebini de üşenmeden taslarla doldurmuş. Ağaca tırmanmış. Ağacın ortalarına doğru geldiğinde devlere yakın mesafede olan dalın üzerine kaymış, uykucuları hedefleyerek onlardan birinin göğsüne tasları peş peşe atmaya başlamış. Uzun süre tasları hissetmeyen dev nihayet uyanarak yanındakini dürtüp “Bana neden vuruyorsun?“ diye gürlemiş. Diğeri “Sana vurduğum yok, niye vurayım, rüya görüyorsun sen,“ demiş ve uykuya devam etmişler. Bu kez terzi diğerine taş atmaya başlamış. “Bu da nesi ne diye taş atıyorsun bana?“ diye sarsmış arkadaşını uyanan dev. Öteki dev “Ben sana taş maş atmıyorum," diye homurdanmış. Bir süre tartıştıktan sonra yorgunluklarına yenik düşüp gözlerini kapatmışlar. Terzicik oyununa yeni bastan başlamış. En iri taşı alarak birinci devin göğsüne bütün gücüyle fırlatmış. “Bu çok kötüydü, yeter artık!“ diyerek yerinden fırlayıp arkadaşına saldırmış dev. İki dev kıran kırana kavgaya tutuşmuşlar. Birbirlerini acımasızca ağaçlara çarpmışlar, ağaçlar yerinden oynamış ve ta ki ayni anda ikisi de cansız yere serilene kadar.

Ağaçtan yere atlayan terzicik “Ne kadar şanslıyım ki üstünde olduğum ağacı kökünden sökmemişler. Yoksa bir sincap gibi daldan dala zıplamak zorunda kalacaktım,” demiş kendi kendine. Kılıcını kınından çıkarıp devlerin her birinin göğsünde ustaca birer delik açmış ve askerlere doğru giderek “Bu iş bitti, ikisini de çok zorlu bir mücadeleden sonra devirdim. Hiç kolay olmadı, ağaçları kökünden sökerek kendilerini savundular. Ama benim gibi bir vuruşta yedisini birden deviren birinin karşısında şansları yoktu,” demiş. “Siz yaralanmadınız mı?“ diye sormuş askerler. “Yok yahu, kılıma dahi dokunamadılar,” diye cevap vermiş terzicik. Ormanda kan gölü içinde yatan devleri ve yerinden sökülmüş ağaçları gören askerler duyduklarına inanamamışlar.

Terzicik kraldan vermiş olduğu sözü tutmasını istemiş. Fakat kral söz verdiğine çok pişman bir halde bu adamdan nasıl kurtulacağının planını yapıyormuş. “Kızıma ve krallığımın yarısına sahip olmadan evvel, bir kahramanlık daha yapmanı istiyorum: Ormanda her tarafa büyük zararlar veren bir gergedan dolaşıyor, onu da yakalamalısın. Ancak ondan sonra sözümü yerine getireceğim,“ demiş kral. “İki devden korkmadım, bir gergedandan mı korkacağım. Bir vuruşta yedisini birden deviren benim, bu tam da benim görevim,“ diye cevap vermiş terzi. Bir baltayla bir kement alarak girmiş ormana. Bu kez kendisine eşlik edenleri ormanın dışında bekletmiş. Uzun aramasına gerek kalmadan gergedan ortaya çıkmış ve hemen terziye saldırmış. Terzi “Nazik ol, nazik ol!“ diye haykırarak hayvanın kendisine yaklaşmasını beklemiş. Gergedan tam yaklaşırken hızla kendisini bir ağacın arkasına atmış. Gergedan bütün gücüyle ağaca öyle bir toslamış ki boynuzu derince ağacın gövdesine saplanmış. Böylece yakalanmış. “Kuş kafese girdi,“ demiş terzi. Ağacın arkasından çıkarak kemendi gergedanın boynuna dolamış, yanındaki baltayla boynuzunu kesmiş, iple çekerek hayvanı krala götürmüş.

Kral vaat ettiği ödülü kolay verecek gibi gözükmüyormuş. Üçüncü bir talepte daha bulunmuş. Terzi düğünden önce ormana büyük zararlar veren o yaban domuzunu da yakalarsa, kral sözünü tutacakmış. Kralın avcıları da terziye eslik edeceklermiş. “Memnuniyetle, bu benim için çocuk oyuncağı,“ demiş terzicik ama avcıları yanında götürmek istememiş. Bu duruma avcılar cok sevinmiş. Bir kaç kez domuzla karsı karsıya gelmişlermiş; şimdi de karşılaşmak niyetinde değillermiş.

Yaban domuzu terziyi görünce keskin dişlerini gösterip, ağzından köpükler saçarak, onu yerle bir etmek niyetiyle saldırmış. Yakında bulunan kiliseye atmış kendini küçük kahraman. Üst kattaki pencereden bir hamlede çıkıp, peşinden koşarak kapıdan içeriye giren domuzu içeriye kilitlemiş. Böylece öfkeli domuz da yakalanmış. Terzicik avcıları çağırmış yakalanan domuzu bizzat göstermiş.

Saraya dönen kahramanımız kralın huzuruna çıkıp sözünü yerine getirmesini istemiş. Başka çaresi kalmayan kral istemeyerek kızını ve kraliyetin yarısını bu çelimsiz adama vermiş. Terzinin kahraman değil de basit bir terzi olduğunu bilse daha da üzülürmüş ama bilmiyormuş. Böylece, pek neşeli ve gönüllü olmayan ama görkemli bir düğün yapılmış. Ve bir terziden bir kral olmuş. Bir zaman sonra genç kraliçe uykusunda rüya gören kocasının “Bana bak oğlum, bir şövalye içliği dik, pantolonu iyi işle, yoksa vurdum mu kulaklarını patlatırım,“ diye konuştuğunu duymuş. Kocasının nereden geldiğini, ne iş yaptığını anlayan kraliçe ertesi günü babasının huzuruna çıkarak üzüntüyle duyduklarını anlatmış. “O basit bir terziymiş,“ demiş. Kral kızını avutarak “Bu gece yatak odasının kapısını acık bırak, hizmetimdekiler dışarıda bekleyecekler. Terzi uyur uyumaz içeri girip onu bağlayacaklar. Sonra da bir gemiye bindirip dünyanın taa öbür ucuna götürecekler,“ demiş. Bunu duyan kızı cok memnun olmuş. Ama bu konuşmayı dinleyen kralın adamlarından terziciğe sadık biri hemen durumu genç damada bildirmiş. Terzicik “Şimdi onlara iyi bir ders verme zamanı geldi,“ demiş.

Aksam, her zamanki gibi yatağa girmişler. Kocasının uyuduğuna emin olan kraliçe kalkıp kapıyı aralamış ve yatağına girmiş. Uyur numarası yapan terzicik sanki rüyasında yüksek sesle konuşuyormuş gibi yaparak “Bana bak oğlum şövalye içliğini iyi dik, pantolonu iyi isle. Yoksa vurdum mu kulağını patlatırım ha! Ben ki bir vuruşta yedisini birden deviren, iki devi öldürmüş, gergedanı püskürtmüş, yaban domuzunu yakalamış adamım. Kapı arkasında bekleyenlerden mi korkacağım,“ diye homurdanmış. Bunu duyan kralın adamları büyük bir korkuyla öyle bir kaçışmışlar ki sanki arkalarından yabani hayvanlar kovalıyormuş.

Ve böylece terzicik ömrü boyunca bir kral olarak yasamış.


Çeviren: Şenel Yalıncak
Editör: Nuray Önoğlu
Alman Masalı





Comments

Popular posts from this blog

BİR GÖZ, İKİ GÖZ, ÜÇ GÖZ ♫

GEYİK PRENS VE KIZ KARDEŞİ

KRİSTAL KÜRE