Posts

Showing posts from March, 2020

BAZI VAHŞİ HAYVANLAR NASIL EVCİLLEŞTİ? ♫

Image
Bir zamanlar çok zengin bir değirmenci varmış. Evleneceği zaman sadece arkadaşlarına değil civardaki ormanlarda ve tepelerde yaşayan tüm vahşi hayvanlara da bir ziyafet vermek istemiş. Ayıların, kurtların, tilkilerin, atların, ineklerin, keçilerin, koyunların ve ren geyiklerinin şeflerinin hepsi düğüne davet edilmiş. Düğünlere davet edilmeye alışık olmadıkları için çok memnun kalmış ve kıvanç duymuş vahşi hayvanlar. Gayet nazik bir şekilde, düğüne mutlaka katılacaklarını söyleyerek yanıt vermişler bu davete. Düğün sabahı ilk yola koyulan dakikliği çok seven ayı olmuş. Ancak yolu uzunmuş. Kalın ve kaba saçlarının da partiden önce güzelce taranması gerekiyormuş. Erkenden uyanmış ve yumuşacık bir kalple yola çıkmış. Azıcık ilerledikten sonra yolda ıslık çalıp elindeki sopayla çiçekleri kurcalayan bir çocukla karşılaşmış. Çocuk şaşkın şaşkın ayıya bakarak, “Nereye gidiyorsun?” diye sormuş. Ayı çocuğun eski bir tanıdığıymış ve çocuk ayının çok da akıllı olmadığını düşünüyo

YAŞLI KADIN VE KEDİ ♫

Image
Zamanın birinde bir tanecik keçisi olan yaşlı ve yoksul bir kadın varmış. Yaşlı kadın her gün keçisini sağar ve sağdığı sütü bir dolapta tutarmış; ama kurnaz bir kedi gelir ve sütü içermiş. Bir gün, nasıl olmuşsa, yaşlı kadın kediyi yakalamayı başarmış ve ceza olarak kuyruğunu kestikten sonra gitmesine izin vermiş. Kedi “Miyav! Miyav!” diye ağlamış; “Kuyruğumu geri ver!” Yaşlı kadın, “Bana sütümü getir, ben de sana kuyruğunu vereyim,” demiş. Kedi hemen keçiye gitmiş ona şöyle demiş: “Keçi, güzel keçi, bana biraz süt ver! Sütü yaşlı kadına vereceğim ve kuyruğumu geri alacağım.” “Şuradaki ağaçtan bana biraz dal getirirsen ben de sana süt veririm,” diye yanıtlamış keçi.  Kedi ağacın yanına gitmiş ve şöyle söylemiş, “Ey iyi ağaç, ne olursun bana biraz dal ver! Onları keçiye götürüp karşılığında süt alacağım. Aldığım sütü de yaşlı kadına verip kuyruğumu geri alacağım.” Ağaç,  “Bana biraz su getir; getirirsen ben de sana dallarımdan veririm,” diye yanıtlamış. Bunun ü

TẰM İLE CÁM

Image
Bir zamanlar Tấm adında güzel bir kız yaşarmış. Annesi öldüğünde Tấm küçücükmüş. Çok küçük yaşta öksüz kalmış olmasına rağmen mutlu bir çocukluk ve genç kızlık geçirmiş Tấm. Çünkü babası ona annesinin yokluğunu hissettirmemek için elinden geleni yapmış, her zaman çok iyi bakmış. Baba kız mutlu mesut yaşayıp gidiyorlarmış. Babası kötü kalpli bir kadına gönlünü kaptırıp onunla evlenince, her şey değişmiş. Üvey annesi  Tấm'ı hiç sevmemiş, yük gibi görmüş.  Cám adında bir kızı olunca,  Tấm'ı iyice fazlalık olarak görmeye, ona daha çok eziyet etmeye başlamış . Babasının Tấm’a düşkünlüğünü üvey annesi ve kardeşi hiç çekemiyorlar, baba ortada yokken ona etmediklerini bırakmıyorlarmış. Zavallı Tấm paçavralar içinde dolanıyor, yemek yapıyor, evi temizliyor, gece gündüz demeden pınardan su taşıyormuş. Fakat ne bakımsızlık ne de kötü giysiler Tấm’ın güzelliğini eksiltmiyormuş. Saçları ipek gibi yumuşak, teni bulutlar kadar beyaz, sesi bülbüllerinki kadar ahenkliymiş. Üvey

KUŞLARIN DİLİ ♫

Image
Rus ülkesinde, bir kasabada, eşiyle birlikte zengin bir tüccar yaşarmış. Tüccarın Ivan adında akıllı ve cesur bir oğlu varmış. Bir gün ailece akşam yemeği için sofraya oturdukları sırada, pencerenin kenarında duran kafesteki gri bülbül berrak sesiyle şakımaya başlamış. Tüccar bülbülün sesini titrete titrete söylediği şarkıyı dinlemiş, dinlemiş ve “Kuşların tüm şarkılarının ne anlattığını anlayabilmeyi nasıl isterdim! Bu şarkıların neyi anlattığını açıklığa kavuşturacak biri olsaydı ona servetimin yarısını seve seve verebilirdim,” demiş. Ivan, babasının bu sözlerini bir türlü unutamamış; nereye giderse gitsin, ne yaparsa yapsın hep bunu düşünmüş; kuşların dilini öğrenebilmeyi. Günler günleri kovalamış, bir gün Ivan ormanda avlanırken birdenbire rüzgâr şiddetlenmiş, gökyüzünü gri bulutlar kaplamış, çakan şimşeklerle birlikte sağanak yağmur başlamış. Büyük bir ağacın altına sığınan Ivan, ağacın dallarından birinde bir kuş yuvası olduğunu görmüş. Yuvada dört küçük kuş va

AYIN YÜZÜNDE NE VAR ♫

Image
Parlayan gözler gökyüzüne doğru hiç sönmeyen büyük ateşi fırlattığında,   bu ateş sadece yanan bir çubuktan ibaretmiş, ama zamanla yuvarlanarak, genişleyerek ve soğuyarak büyümüş, ta ki sonunda “Ay “ oluncaya kadar. Burası bir Mucizeler Diyarı’ymış. Her şey altın bir ışık saçıyormuş - dağlar ve göller, kayalar, ağaçlar ve çiçekler - hatta Marama’nın inşa ettiği harikulade ay sarayının duvarları ve kuleleri bile. Marama bu sarayda tek başına yaşarmış. Başlangıçta yeni ülkesinin güzelliği ona yetiyormuş, fakat zamanla yalnızlık hissetmeye başlamış ve kendi kendine şöyle demiş:”Neden işlerimi ve oyunlarımı paylaşacak kimsem yok? Yıldız topuyla kendi başıma oynamak hiç de eğlenceli değil ve artık kimsenin dinlemediği şarkıları söylemekten sıkıldım. Ah bir arkadaşım olsa!” Gökyüzü perilerinden onunla kalmalarını istemiş, ama onlar korumaları gereken yıldızlar olduğunu söyleyerek bu teklifi reddetmişler. Aşağıdaki dünyaya bakmış. Güzel bir kızın elinde testiyle bir tepeden a

KIRMIZI AYAKKABILAR

Image
Bir zamanlar güzel, naif, küçük bir kız varmış. Öyle fakirmiş ki yazları yalınayak gezer; kışları da ayaklarını kıpkırmızı yapan adi, ahşap ayakkabılar giyermiş. Kasabanın merkezinde, bir ayakkabıcının yaşlı karısı yaşarmış. Bir gün bu iyi kalpli kadın eski kırmızı kumaştan elinden geldiğince bir çift küçük ayakkabı yapmış. Ayakkabılar oldukça acemiyceymiş, fakat küçük kızın ayağına iyi oturmuş ve her nasılsa kadının niyeti yürektenmiş. Küçük kızın adı da Karen imiş. Karen’ın ayakkabıları aldığı gün annesi ölmüş. Ayakkabılar cenazede giymek için uygun değilmiş, fakat giyecek başka ayakkabısı da yokmuş. Küçük çıplak ayaklarına onları giymiş ve gösterişsiz tabutun son yolculuğuna uğurlanmasını izlemiş. Tam o sırada büyük, eski model bir at arabası oradan geçiyormuş. At arabasının içindeki yaşlı kadın kızı görmüş ve ona acımış. Yaşlı kadın rahiplere: ‘Kızı bana verin’ demiş. ‘Ben ona bakarım.’ Karen her şeyin kırmızı ayakkabılar sayesinde olduğunu düşünmüş fakat yaşlı ka

KIZILGERDAN’IN DOĞUŞU

Image
Yaşlı bir adamın bir tek oğlu varmış; adı Iadilla imiş. Hayatı boyunca ona eşlik edecek olan koruyucu ruhu edinmek amacıyla tutacağı son uzun oruç için en uygun yaşa gelmiş Iadilla. Babası hırslıymış, oğlu halk arasında en bilge ve en yüce kabul edilen herkesin ötesine geçmeliymiş. Bu arzusunun yerine gelmesi için genç Iadilla’nın, ününe imrendiği, gücüyle ve bilgeliğiyle bilinen herkesten daha uzun süre oruç tutması gerektiğini düşünüyormuş. Bu yüzden oğlunun bu önemli olaya büyük merasimlerle hazırlanmasını salık vermiş. Oğluna, onu arındıracak ve iyi ruhuyla birleşimine hazırlayacak yunak ve terleme kulübesine birkaç kez uğradıktan sonra, tamamen kendisine tahsis edilmiş küçük kulübedeki temiz şilteye uzanmasını emretmiş. Oruca bir erkek gibi dayanmasını tembih etmiş ve on iki günün sonunda hem doyasıya yiyeceğe kavuşacağına hem de babasının onayını kazanacağına söz vermiş. Oğlan babasının emirlerine dikkatle uymuş ve yüzü örtülü bir şekilde uzanıp sakince hayatının

BAY FOX

Image
Bayan Mary çok genç ve çok güzelmiş. İki erkek kardeşi ve sayabildiğinden fazla aşığı varmış. Aşıklarının en cesuru ve en centilmeni Bay Fox imiş. Onunla babasının kır evindeyken tanışmış. Kimse Bay Fox'un kim olduğunu bilmiyormuş; fakat hiç şüphesiz cesurmuş ve muhakkak ki zenginmiş Fakat Bayan Mary için yalnızca Bay Fox önemliymiş, zenginliği değil. Sonunda kendi aralarında evlenmeye karar vermişler. Bayan Mary, Bay Fox'a nerede yaşayacaklarını sormuş ve Bay Fox da ona kalesini ve kalesinin nerede olduğunu anlatmış; fakat işin tuhafı, ne Bayan Mary'i ne de kardeşlerini gidip kalesini görsünler diye davet etmemiş. Böylece, düğün günü yaklaşırken, erkek kardeşlerinin dışarıda ve Bay Fox’un da kendi ifadesine göre bir iki günlük iş seyahatinde olduğu bir gün, Bayan Mary Bay Fox'un kalesine doğru yola çıkmış. Hayli zaman arayıp taradıktan sonra nihayet kaleyi bulmuş; yüksek duvarları ve derin hendekleri olan güzel ve dayanıklı bir evmiş. Giriş kapısına vardığın