AZİZ JORDİ EFSANESİ ♫


Bir varmış bir yokmuş, civardaki mağaralarda yaşayan bir devin dehşet saldığı küçücük bir ülke varmış. Dev yıllardır ülkenin zavallı halkına rahat huzur yüzü göstermemiş; durmadan onlardan yiyecek istiyormuş. İlkin tavuklarını vermişler ama bu devi doyurmaya yetmemiş. Hemen daha fazlasını istemiş. İnsanlar can korkusuyla bütün koyunlarını ve keçilerini vermişler sonra. Bunlar da devi doyurmaya yetmemiş. En sonunda ineklerini de vermişler ve verecek başka bir şeyleri kalmamış. Artık yalnızca dev değil, küçük ülkenin halkı da açmış.

Dev inekleri yiyip sindirdikten ve ülkede yiyebileceği hayvan kalmadığını anladıktan sonra yine mağarasından çıkmış ve korkunç bir talepte bulunmuş: “Bana her gün çocuklarınızdan birini vereceksiniz. Eğer dediğimi yapmazsanız, öyle öfkelenirim ki ülkenizin izini bırakmam bu yeryüzünde,” demiş. Söylediklerinde ne kadar ciddi olduğunu göstermek için de burnundan çıkan alevlerle evlerden birini yakıp kül etmiş, sonra da kuvvetle üfleyip küllerini göğe savurmuş. Hakikaten de evin izi bile kalmamış geride.

Devin dediklerini yapmaktan başka çareleri olmadığı apaçık ortadaymış. Fakat kim istermiş ki çocuğu bir deve yem olsun! İlk kim verecekmiş çocuğunu? Orası bir muammaymış işte... Biri demiş ki kura çekelim. Ülkede çocuğu olan herkes bir kağıda çocuğunun adını yazmış. Kralın da bir kızı varmış, dolayısıyla kral da bir parça kağıt almış, kızının adını yazmış ve kağıtların atıldığı torbaya koymuş. Prenses öyle güzel öyle güzelmiş ki görenlerin nutku tutulurmuş bu güzellik karşısında.

Bütün isimler yazılıp atıldıktan sonra torba güzelce bir sallanmış. Sıra kura çekmeye gelince, bu işi kralın yapmasının en doğrusu olacağına karar vermişler. Kral elini torbaya sokmuş, karıştırmış güzelce ve rastgele bir kağıt çekmiş. Kağıdı açmış, okumuş ve rengi kül gibi olmuş. Çünük çektiği kağıdın üzerinde kendi sevgili kızının adı yazıyormuş.

Prenses haberi alınca acı acı ağlamış ama kaderine razı gelmekten başka çaresi olmadığını da biliyormuş. O nedenle başına gelecekleri cesurca kabullenmeye gayret etmiş. Vakit geldiğinde, prenses annesiyle, babasıyla, dadısıyla, yardımcılarıyla, arkadaşları ve tanıdıklarıyla vedalaşmış ve devin mağarasına gitmek üzere yola koyulmuş.

Prenses yola çıktıktan çok kısa bir süre sonra, göğsünde kırmızı bir haç işli bembeyaz giysiler içinde, keskin bir kılıç ve üzerinde kırmızı bir haç bulunan beyaz bir kalkanla silahlanmış genç ve çok yakışıklı bir şövalye varmış ülkeye. Bütün insanların gözleri yaşlıymış ve herkes keder içinde görünüyormuş. En kederli en üzgün görünen de kralmış. Şövalye adının Jordi olduğunu söyleyerek kendisini tanıtmış ve neden bu denli üzgün olduklarını sormuş. Kral yıllardır devin elinden çektiklerini, geldikleri son noktayı ve kızının çok geçmeden deve yem olacağını bir çırpıda anlatmış yakışıklı şövalyeye. Şövalye, bunları duyar duymaz hiç duraksamadan devle savaşacağını ve prensesi kurtaracağını söylemiş. Krala hiç kaygılanmamasını, kızını sağ salim geri getireceğini ve ülkesini devin zulmünden kurtaracağını vaadetmiş. Sonra da atına atladığı gibi devin mağarasına doğru yola koyulmuş.

Hızla devin mağarasına ulaştığında gördükleri tüyler ürperticiymiş. Dev bir yemeğe iştahla yaklaşırcasına, yavaş yavaş ve ağzının suyu akarak yaklaşıyormuş prensese. Prenses dehşet içinde akıbetini bekliyormuş. Jordi dünyalar güzeli prensesi görür görmez ona aşık olmuş. Hemen kılıcını çekmiş ve bir savaş narası atarak atını mahmuzlamış. Savaş narasını ve kılıç şakırtısını duyan devin dikkati dağılmış. Başını Jordi’ye doğru çevirmiş, öfkeyle burnundan alevler püskürtmüş ve bir ateş topunu ona doğru yollamış. Jordi de öyle yapmasını bekliyormuş zaten, hemen kalkanını kendine siper etmiş ve bu ilk saldırıyı savuşturmuş. Büyük bir cesaretle kılıcını çekip deve saldırmış, öyle ki dev zor bela, son anda yana çekilip kılıçtan kurtulmuş. Yana çekilirken de uzun ve güçlü kuyruğunu Jordi’yle atına doğru savurmuş. Jordi’nin atı yaralanmış ve tökezleyerek şövalyeyi üzerinden düşürmüş. Jordi düştüğü yerden derhal kalkmış ve hemen saldırıya geçmiş. Artık devle karşı karşıyaymışlar. Devin burnundan ateş püskürtüp Jordi’yi yakması an meselesiymiş. Jordi akıllı ve deneyimli bir şövalyeymiş; derhal devin üzerine saldırmış boynun altına girip kendini ateşin etki alanından çıkarmış ve kılıcını bütün gücüyle devin kalbine saplamış. Dev canhıraş bir çığlık atmış ve olduğu yere devrilmiş. Jordi son anda yuvarlanarak yana kaçmış ve devin altında kalıp ölmekten kıl payı kurtulmuş.

Prenses hemen kurtarıcısının yardımına koşmuş. Onu elinden tutup kaldırmış ve Jordi’ye sarılmış. O anda mucizevi bir şey olmuş. Devin kanının göllendiği yerde bir gül ağacı büyümeye başlamış. Gül ağacı devin kanıyla beslenerek büyük bir hızla büyümüş, tomurcuklar vermiş ve olağanüstü güzellikte kıpkırmızı güller açmış. Jordi gül ağacına yaklaşmış, güllerin en güzelini, en enfes kokulusunu seçmiş ve ona olan aşkının bir nişanesi olarak prensese vermiş. 

Bütün bu olaylar bir 23 Nisan günü olmuş. O gün bu gündür, Katalonya’da erkekler 23 Nisan’da, Aziz Jordi Bayramı’nda sevdikleri kadınlara kırmızı güller verirler; kadınlar da sevdikleri erkeklere kitaplar armağan ederler ve bu gelenek sürüp gider.

Çeviren: Nuray Önoğlu
Katalan efsanesi
Dinlemek için: https://anchor.fm/ozlem-kucukahmetler/episodes/Aziz-Jordi-ed6vth

Comments

Popular posts from this blog

BİR GÖZ, İKİ GÖZ, ÜÇ GÖZ ♫

GEYİK PRENS VE KIZ KARDEŞİ

KRİSTAL KÜRE