MİNİK PAPATYA ♫





Hadi, kulak verip dinleyin. Uzaaak diyarlarda, benzerini muhakkak ki sıkça gördüğünüz cinsten şirin bir evcik bir yolun kenarında öylece dururmuş.

Bu şirin evciğin küçük çitlerle çevrili bahçesi çiçeklerle doluymuş. Çitlerin dibinde, yumuşacık yeşil çimlerin arasında, minik bir papatya bitivermiş. Güneş, bu iri ve güzel bahçe çiçeklerinin üzerinde olduğu gibi, minik papatyanın üzerinde de sıcacık ve ışıl ışıl parıldıyormuş. Böylece, minik papatya an be an büyüyormuş. Minik papatya her sabah, ortasındaki küçük altın renkli yuvarlağın etrafındaki beyaz taç yapraklarını, ışınlar misali açarmış. Çimenlerin arasında fark edilmediğini yahut yalnızca zavallı, önemsiz bir çiçek olduğunu düşünür gibi bir hali yokmuş. Tüm bunlara aldırış etmeyecek kadar mutlu hissediyormuş. Her sabah, neşeyle yüzünü ılık güneşe dönüyor, masmavi gökyüzünü seyrediyor ve gökte şarkı söyleyen tarla kuşunu dinliyormuş.

O gün, günlerden yalnızca pazartesi olmasına rağmen, minik papatya sanki harika bir tatil günüymüşçesine keyifliymiş. Çocuklar okullarında, sıralarına oturmuş derslerini öğrenirken; o da ince sapının üstünde, ılık güneşten ve etrafındaki tüm güzelliklerden her şeyin yaratıcısını öğrenmiş. Tarla kuşunun da kendi güzel duygularını şarkısıyla ifade ettiğini duymak onu mutlu ediyormuş. Minik papatya mutlu kuşun böyle tatlı tatlı şakımasına ve göklerde uçabilmesine hayranlıkla bakar, ancak kendisi bunları yapamadığı için de hiç üzülmezmiş.

“Görebiliyorum ve duyabiliyorum. Güneş üstümde parlıyor ve rüzgâr beni öpüyor; mutlu olmak için daha başka neye ihtiyacım olabilir ki?” diye düşünürmüş.

Bahçede bazı asil çiçekler de yetişirmiş; kokuları ne kadar az olursa, cakaları da o kadar fazla olurmuş. Şakayıklar mesela, kocaman çiçekleri olmanın çok önemli bir şey olduğunu düşünür, güllerden bile daha gösterişli olabilmek için şişinip dururlarmış. Laleler ise şaşalı renklerle bezendiklerini bilir ve her yerden görünebilmek için dimdik durmaya özen gösterirlermiş.

Dışarıdaki minicik papatyanın farkına bile varmazlarmış. Ama bizim minik papatya onlara bakıp bakıp, “Ne kadar şaşaalı ve güzeller, bu sevimli kuşların onları ziyaret etmek için pike yapışlarına şaşmamalı. Onlara bu kadar yakın bir yerde yetiştiğim için o kadar şanslıyım ki, böylelikle onların güzelliklerini hayranlıkla izleyebiliyorum,” diye düşünürmüş.

Tam o sırada tarlakuşu cıvıldaşarak aşağı doğru uçmuş ve uzun şakayıklarla, lalelere doğru gitmeyip, çimlerin arasındaki minik papatyanın yanına doğru gelmiş. Minik papatya sevinçle titremiş ve aklı taç yapraklarından gidivermiş.

Tarlakuşu, minik papatyanın etrafında hoplaya zıplaya “Ahh, ne kadaaaar tatlı, ne kadaaar yumuşacık çimenler. Ahh, kalbi altındaaan, elbisesi gümüşteeen minicik sevimli bir çiçeeeek,” diye ötüp duruyormuş. Minik papatyanın ortasındaki sarılık gerçekten de altın gibi görünüyor, çevresindeki beyaz beyaz parıldayan taç yaprakları da  gümüş gibi ışıldıyormuş.

Minik papatyanın mutluluğu tarif edilecek gibi değilmiş. Tarlakuşu gagasıyla minik papatyayı öpmüş, ona şarkılar söylemiş ve sonrada mavi göklere doğru uçup gitmiş. Minik papatyanın kendine gelmesi en az bir çeyrek saatlik zaman almış. Birazcık utanmış olsa da için için kendini mutlu hissediyormuş; kendisine gösterilen saygıyı, aldığı keyif ve zevki anlıyorlar mı acaba diye, diğer çiçeklere şöyle bir göz atmış.

Lalelerin bu duruma içten içe besbelli canları sıkılmış olsa da, her zamankinden daha da gururlu duruyorlarmış. Şakayıklarsa minik papatyaya karşı nefretle dolmuş. Öyle ki, eğer konuşabilseler minik papatyanın onlardan iyi bir fırça yiyeceğine hiç şüphe yokmuş. Minik papatya ise, diğer çiçeklerin böyle çileden çıkmış olduklarının farkındaymış ve bu onu çok ama çok üzüyormuş.

Tam bu sırada, elinde parıldayan kesin bir bıçakla bahçeye bir kız gelmiş. Kız doğruca lalelere gitmiş ve birkaçını kesivermiş. “Eyvah,” diye iç çekmiş minik papatya, “ne kadar üzücü, onlar için artık her şey bitti.” Kız laleleri kestiği gibi götürmüş. Minik papatya, dışarıda çimlerde biten zavallı küçük bir çiçek olduğuna çok ama çok sevinmiş. Güneş batınca, yapraklarına sarınmış ve uyumuş. Gece boyunca, ılık güneşi ve tatlı tarlakuşunu düşlemiş.

Ertesi sabah, minik papatya beyaz taç yapraklarını bir kez daha ılık havaya ve ışığa doğru esnetirken, tarlakuşunun sesini fark etmiş. Ancak bu sefer tarlakuşunun şarkısı kederli ve üzgünmüş.

Yazık ki tarlakuşunun üzgün olmak için geçerli bir sebebi varmış: Yakalanıp bir kafes içine kapatılıp, kafesi açık pencerenin yanına asılmış. Tarlakuşu, güle-oynaya, yüksek sesle söylediği mutluluk şarkılarını, sadece yeşil mısır tarlalarında neşeli ve özgürce uçabildiği zamanlarda söyleyebiliyormuş. Oysa şimdi, bir kafeste öylece tıkılıp kalmış.

Minik papatya tarlakuşuna yardım edebilmeyi her şeyden çok arzu ediyormuş. Ancak bunu nasıl yapabilirmiş ki? Korkusundan etrafındaki tüm güzel şeyleri, ılık gün ışığını ve kendi tatlı, parlak, beyaz taç yapraklarını bile unutmuş. Zavallı tutsak tarlakuşunu ve ona bir türlü yardım edememesi dışında bir şey düşünemiyormuş.

Derken, bahçenin dışından, birinin elinde aynı kızın laleleri kesmek için kullandığına benzeyen keskin bir bıçak bulunan iki oğlan çocuğu bahçeye dalıvermiş. Doğruca minik papatyaya yönelmişler, minik papatya neyin peşinde olduklarını hiç anlayamamış.

Oğlanlardan biri “Tarlakuşumuz için buradan güzel bir parça çim kesebiliriz” demiş ve papatyanın etrafından kare şeklinde çim kesmeye başlamış. Minik papatya da kesilmiş çimden karenin tam ortasında öylece ortada kalakalmış.

“Çiçeği sök” demiş diğer oğlan. Minik papatya korkuyla titremiş, sökülmesi hayatını sona erdirecekmiş, oysa onun bütün istediği yaşamak ve kafeste esir tutulan tarlakuşunun yanını gidebilmekmiş.

“Hayır! Bırak da yerinde kalsın,” demiş diğer oğlan, “baksana, çok tatlı görünüyor.” Böylece minik papatya yerinde kalıp çimlerle beraber tarlakuşunun kafesine konulmuş. Zavallı tarlakuşu, kafesinin demir parmaklıklarına kanatlarını vurarak, kaybettiği özgürlüğü için yakınıp duruyormuş. Minik papatyanın elinden gelse, tatlı tarlakuşunu teselli edebilmekten çok memnun olacakmış, ancak ne bir işaret yapabiliyor, ne de bir söz söyleyebiliyormuş. Tüm sabah bu halde öylece geçivermiş.

“Burada bir damla bile su yok,” demiş tutsak tarlakuşu. “Bana bir damlacık bile su vermeden çekip gittiler, boğazım yandı kurudu. Sanki içimde ateş ve buz var ve bu hava da çok ama çok ağır. Yazık ki buracıkta gözlerimi yumacağım. Ilık gün ışığına, taze yeşilliklere ve tanrının yarattığı tüm diğer güzelliklere veda etmeliyim.”

Sonra da birazcık serinlemek için gagasını serin çimenlere bastırıvermiş. Bastırır bastırmaz da, gözü minik papatyaya ilişmiş. Tarlakuşu minik papatyayı başıyla selamlamış ve gagasıyla onu öperek, “Sen de burada yok olup gideceksin zavallı küçük çiçekçik. Dışarıda benim olan dünyaya karşılık, üzerinde yetiştiğin bir parçacık çimle beraber seni verdiler bana. Benim için her bir yaprak çim, koca bir ağaç ve senin her bir beyaz taç yaprağın da, benim için bir çiçektir. Yazık ki, bana yalnızca ne çok şey kaybettiğimi gösteriyorsun.” demiş.

“Ahhh keşke onu teselli edebilseydim,” diye düşünmüş minik papatya, fakat tek bir yaprağını bile kıpırdatamamış. Bu çiçeklerde alışılmadığı kadar güçlü bir kokusu varmış minik papatyanın ve tarlakuşu da bunun farkındaymış; o yüzden de susuzluktan bayılmak üzere olmasına ve acıyla yeşil çimen yapraklarını koparmasına rağmen ona dokunmamış.

Akşam vakti gelmiş çatmış ve halen tarlakuşuna bir damlacık su getiren kimsecikler yokmuş. Zavallı kuş sevimli kanatlarını açıp çırpınarak sallamış ve yalnızca kederli bir tonla “Cik, ciik” diyebilmiş. Küçük başını minik papatyaya doğru eğmiş; zavallı kuşun kalbi özlem ve düşkırıklığıyla paramparçaymış. O zaman minik papatya her akşam yaptığı gibi taç yapraklarını toplayarak uyumak yerine, acı ve keder içinde kendini toprağa doğru sarkıtmış.

Oğlanlar sabaha kadar gelmemişler ve zavallı kuşu gözleri kapalı, hareketsiz bulduklarındaysa acılar içinde gözyaşlarına boğulmuşlar. Zavallı kuş için çok güzel bir mezar kazmışlar ve mezarını da çiçek yapraklarıyla süslemişler. Kuşun cansız bedeni kırmızı şık bir kutuya yerleştirilip onurlu bir şekilde gömülmüş.

Zavallı kuş! Henüz hayattayken ve şarkı söyleyebiliyorken onu unutan, aç susuz acı çeksin diye bırakan çocuklar, öldükten sonra onu gözyaşları içinde uğurlayıp saygıyla anıyorlarmış.

Üzerindeki minik papatya ile çimenlere gelecek olursak; onlar tozlu yola fırlatıp atmışlar. Minik papatyanın zavallı kuşu herkesten çok düşündüğü ve elinden gelse kuşa yardım edip onu rahat ettirebilmekten ne kadar mutlu olacağı kimseciklerin aklından bile geçmemiş.


Çevirenler: Setenay Özaydemir Akın, Altuğ Hasözbek
Editör: Nuray Önoğlu
Hans Christian Andersen, Danimarka Masalı.

Comments

  1. İyi ki çevirmişsiniz bu masalları. Bizim kızlara büyük hayal gücü katıyor. Hem de kelime seçimleri de çok isabetli.

    ReplyDelete

Post a Comment

Popular posts from this blog

BİR GÖZ, İKİ GÖZ, ÜÇ GÖZ ♫

GEYİK PRENS VE KIZ KARDEŞİ

KRİSTAL KÜRE