KUŞLARIN DİLİ ♫



Rus ülkesinde, bir kasabada, eşiyle birlikte zengin bir tüccar yaşarmış. Tüccarın Ivan adında akıllı ve cesur bir oğlu varmış.

Bir gün ailece akşam yemeği için sofraya oturdukları sırada, pencerenin kenarında duran kafesteki gri bülbül berrak sesiyle şakımaya başlamış. Tüccar bülbülün sesini titrete titrete söylediği şarkıyı dinlemiş, dinlemiş ve “Kuşların tüm şarkılarının ne anlattığını anlayabilmeyi nasıl isterdim! Bu şarkıların neyi anlattığını açıklığa kavuşturacak biri olsaydı ona servetimin yarısını seve seve verebilirdim,” demiş.

Ivan, babasının bu sözlerini bir türlü unutamamış; nereye giderse gitsin, ne yaparsa yapsın hep bunu düşünmüş; kuşların dilini öğrenebilmeyi.

Günler günleri kovalamış, bir gün Ivan ormanda avlanırken birdenbire rüzgâr şiddetlenmiş, gökyüzünü gri bulutlar kaplamış, çakan şimşeklerle birlikte sağanak yağmur başlamış. Büyük bir ağacın altına sığınan Ivan, ağacın dallarından birinde bir kuş yuvası olduğunu görmüş. Yuvada dört küçük kuş varmış, onları yağmurdan ve soğuktan korumak için yanlarında ne anneleri ne de babaları varmış. İyi kalpli Ivan onlara acımış ve ağaca tırmanıp yuvadaki küçükleri kaftanının eteklerini örterek korumuş. Yağmur dindiğinde büyük kuş uçarak gelip dala konmuş ve yuvanın yanındaki İvan’a nazikçe teşekkür etmiş. “Sana teşekkür ederim, çocuklarımı soğuktan ve yağmurdan korudun. Söyle, senin için ne yapabilirim?” demiş. Ivan “Hiçbir şeye ihtiyacım yok, ama bana kuşların dilini öğretebilirsin,” demiş. Büyük kuş, “Ormanda benimle üç gün kal, her şeyi öğreneceksin,” diye cevap vermiş. Ivan büyük kuşun dediği gibi onunla ormanda kalmış ve bu üç günün sonunda eve, kuşların dilini öğrenmiş bir şekilde dönmüş.

Bir gün yine ailesiyle yemek odasında oturdukları sırada bülbülün içli sesini duymuşlar. Öyle içliymiş ki şarkısı, annesi ve babası hüzünlenmiş, Ivan ise bülbülün şarkısını dikkatle dinlemiş ve duydukları karşısında öyle etkilenmiş ki gözyaşları yanaklarından süzülmüş. “Ne oldu, sorun ne?” diye sormuş annesi; “Neden böyle ağlıyorsun?” “Sevgili ailem, bülbülün şarkısını anladığım için bu kadar hüzünlendim, söyledikleri hepimiz için çok üzücü,” diye cevap vermiş Ivan. “Öyleyse bize de söyle, neymiş bülbülün şarkısının anlattığı?” demiş babası endişe ile.

Ivan üzüntüyle, “Ah, keşke hiç doğmamış olsaydım!” demiş. Annesi “Korkutma oğlum, bize gerçeği söyle, saklama bizden, nedir seni bu kadar üzen?” “Bülbül diyor ki; gün gelecek tüccarın oğlu Ivan , kralın oğlu Ivan olacak ve öz babası ona basit bir hizmetçi gibi hizmet edecek,” demiş Ivan.

Tüccar ve karısı bunu duyduklarında hem çok üzülmüşler hem de endişelenmişler. Endişeleri kısa sürede şüpheye ve güvensizliğe dönüşmüş ve bir gece oğulları Ivan’ın suyuna uyku ilacı koymuşlar. Ivan derin bir uykuya dalınca da onu bir tekneye bindirmişler. Teknenin yelkenlerini açarak kıyıdan denizin enginliklerine doğru itmişler.

Ivan’ın teknesi uzun süre dalgalarla dans etmiş, ta ki büyük bir ticaret gemisine çarpana kadar. Teknenin gemiye çarpmasının gürültüsüyle uyanmış Ivan.  Ivan’ı gören mürettebat onu kurtarmış ve yanlarında götürmeye karar vermişler.
Bir gün güvertedeki uzun direğin üzerinde çığlıklar atan turna kuşlarını fark etmiş Ivan. Dikkatlice dinleyince endişe ile gemidekilere gidip turna kuşlarının söylediklerini anlatmış. “Dikkat edin, kuşların fırtınayı haber verdiklerini duydum, hemen en yakındaki limana girelim yoksa çok hasar göreceğiz. Gemide ne direk ne de yelken kalacak,” demiş.

Ama kimse onu dikkate almamış ve yollarına devam etmişler. Kısa süre içinde korkunç bir fırtına patlamış, dalgalar gemiyi saatlerce sürüklemiş. Fırtına geçince tüm hasarı onarmak mürettebatın günlerini almış. Ivan’ın sözlerini ciddiye almamak onlara pahalıya mal olmuş.

Günlerden bir gün geminin üzerinde bağrışarak uçuşan yaban kuğularını fark etmişler. Bu kez koşup Ivan’a sormuşlar ilgiyle: “Ne diyorlar?” “Dikkat edin, onları duyuyor ve açıkça anlıyorum, acımasız deniz haydutlarının çok yakında olduğunu söylüyorlar. Eğer hızlıca bir limana sığınmazsak hepimizi esir alıp gemimizi talan edecekler.”
Bu kez kaptan ve mürettebat bu tavsiyeyi hemen uygulamış ve hızlıca geri dönmüşler. Limana sığındıkları sırada da açıklardaki diğer gemilere saldıran korsanları görmüşler. Tehlike sona erdikten sonra da denizciler aylarca Ivan ile birlikte yol almışlar.
Sonunda gemileri kimsenin bilmediği bir liman kentine demir atmış.

Bu kentte hüküm süren kral, bir süredir kraliyet sarayına tüneyen üç karga tarafından rahatsız ediliyormuş. Kargalar, kral nereye giderse gitsin, yüksek sesle gak gak gaklayarak onu takip ediyormuş.

Kral bir duyuru yayınlamış; kralı bu gürültücü kargalardan kim kurtarabilirse o yiğit kralın küçük kızı Korolevna ile evlenebilecekmiş. Ancak her kim buna cesaret eder ama başaramazsa, kral onun kellesini alacakmış.

Ivan dikkatle duyuruyu okumuş, bir kez daha ve bir kez daha. Sonunda saraya gitmeye karar vermiş.

Saraya varmış ve hizmetlilere kralı kargalardan kurtarmaya geldiğini söylemiş.  “Açın pencereleri ki onları duyayım, ne dediklerini anlayayım,” demiş. Hizmetliler itaat ederek pencereleri açmışlar. Ivan dinlemiş, dinlemiş ve sonra “Şimdi beni hükümdarınıza götürün,” demiş.

Kralın huzuruna çıkınca önünde saygıyla eğilmiş ve başlamış duyduklarını anlatmaya:  “Orada üç karga var efendimiz. Biri baba karga, biri anne karga ve diğeri oğul karga. Sorun şu ki, oğul karganın baba kargayı mı yoksa anne kargayı mı takip edeceği konusunda sürekli tartışıyorlar. Anlaşamadıkları için de kraliyetin görüşünü almak üzere size gelmişler.”  Kral yanıt vermiş: “Oğul karga babasını takip etmelidir.”
Kral bu sözleri söyler söylemez baba karga havalanmış ve oğul karga da onun ardından gitmiş. Anne karga ise diğer yöne gitmiş. O andan itibaren bu gürültücü kargaları bir daha ne duyan olmuş, ne de gören.

Kral, söz verdiği gibi hazinesinin yarısını Ivan’a vermiş ve en küçük kızı Korolevna ile evlenmelerine müsaade etmiş. Ivan için artık mutlu bir yaşam başlamış.

Bu sırada Ivan’ın tüccar babası eşini kaybetmiş, günden güne servetini de kaybetmiş. Onunla ilgilenecek kimsesi kalmayınca hayırsever zenginlerin evlerinin önünde yardım dilenmeye başlamış. Bir pencereden diğerine, bir kasabadan diğerine ve bir kentten diğerine gitmiş. Sonunda Ivan’ın yaşadığı saraya gelmiş. Aciz bir halde yalvararak yardım dilenmiş. İvan onun sesini duyar duymaz tanımış ve içeri buyur etmiş. Yiyecek ve temiz kıyafetler verdikten sonra sormuş: “Sevgili ihtiyar, senin için ne yapabilirim?” Zavallı ihtiyar kendi oğluyla konuştuğunu bilmeden yanıtlamış: “Evlat, bana çok iyilik yaptın. İzin ver bu iyiliklerine karşılık sana hizmet edeyim, sadık hizmetkârın olarak yanında kalayım.” “Ah sevgili babacığım,” diye haykırmış Ivan,  “bülbülün şarkısının doğruluğundan  şüphe ettin, ama bak  o kehanet bizi yazgımızla buluşturdu.” İhtiyarın dizlerinin bağı çözülmüş bir anda, oğlunun önünde diz çökerek keder içinde ağlamaya başlamış. Ama iyi kalpli Ivan, eskiden olduğu gibi sevgiyle kollarına almış babasını. Birlikte ağlamışlar.

Ancak birkaç gün geçtikten sonra babası Ivan’a sormaya cesaret edebilmiş;
“ Söylesene evlat, nasıl oldu da teknede hayatta kalmayı başardın?” Ivan “Sanırım engin denizlerin dibinde yok olmak kaderim değilmiş,” demiş kahkahalarla gülerek, “benim kaderim güzel eşim ile evlenip mutlu olmak ve sevgili babamın ihtiyarlığına eşlik etmekmiş.”

Bundan sonra hepsi birlikte mutluluk içinde yaşayıp gitmişler.

Çeviri: Ece Dinçer
Editör: Nuray Önoğlu
Rus masalı
İllustrasyon: Kay Nielsen
Dinlemek için: https://soundcloud.com/kizkircil/kuslarin-dili

Comments

Popular posts from this blog

BİR GÖZ, İKİ GÖZ, ÜÇ GÖZ ♫

GEYİK PRENS VE KIZ KARDEŞİ

KRİSTAL KÜRE