Posts

KRİSTAL KÜRE

Image
Evvel zaman içinde üç tane oğlu olan büyücü bir kadın yaşarmış. Bu üç kardeş birbirini çok severmiş, ancak yaşlı büyücü anaları, büyücü güçlerini çalmak istediklerini düşündüğünden onlara hiç güvenmezmiş. En büyük oğlunu, kayalık dağlarda yaşamaya mecbur bıraktığı bir kartala dönüştürmüş. Sonraları o kartal gökyüzünde devasa çemberler çizerek süzülürken sık sık görülmüş. İkinci oğlunu ise okyanusun derinliklerinde yaşayan bir balinaya dönüştürmüş ve daha sonra hakkında bilinen tek şey, bazen yüzeye çıkarak havaya su püskürttüğü olmuş. Bu iki oğul her gün yalnızca iki saatliğine insan hallerine dönebiliyormuş. Büyücü annesinin kendisini kudurmuş yabani bir canavara, belki bir ayıya ya da kurda çevirmesinden korkan üçüncü oğlan ise gizlice kaçıp uzaklara gitmiş. Gittiği ülkede bir kral kızının büyülenmiş ve Altın Güneş Kalesi'ne hapsedilmiş olduğunu, orada çaresizce kurtuluşunu beklediğini işitmiş. Söylenenlere bakılırsa, onu kurtarmaya niyetlenenlerin hayatlarını tehlikeye atmayı gö

İKİ KARDEŞ

Image
Bir varmış, bir yokmuş, bir zamanlar bir köyde yaşayan iki erkek kardeş varmış. Biri zenginken diğeri çok fakirmiş. Zengin olan, fakir kardeşiyle görüşmekten gocunmazmış ama kötü huylu karısı adamın kardeşiyle görüşmesini, içli dışlı olmasını hiç istemezmiş. Bu yüzdendir ki zengin kardeş, yedi senedir kardeşinin eşiğinden adım atmamış. Bir sabah fakir kardeş el arabasını alıp odun toplamak için ormana gitmiş. Ellerinde ne varsa onu vermiş karısı, çalışırken acıkınca yesin diye: Yarım somun ekmekle yarım kalıp peynir. Evde ise aç çocuklarını doyurmak için bir avuç undan başka bir şey kalmamış. Fakir kardeş ormanda saatlerce çalışmış, odun kesmis, odun toplamış ve arabasını odunla doldurup bağladıktan sonra iyice acıkmış. Karısının verdiği azığı yemek için bir ağaç gölgesine oturmuş. Adam daha iki lokma bile yememişken gri gömlekli bir oğlan belirmiş karşısında. Adama yaklaşırken, “Afiyet olsun!” demiş. Fakir adam, “Gel, beraber olsun,” diye cevaplamış. Ekmeğini ve peynirini ikiye bölmü

AAKA İLE CEEKA

Image
Henüz devlerin, ejderhaların ve diğer sihirli mahlukatın insanların içinde yaşadığı, hayvanların söylediklerini insanların anladığı zamanların birinde, tepesinden karı hiç eksik olmayan bir dağın yamacında, yalnızca bir horozu ve bir tavuğu olan yaşlı bir adamla iki oğlu yaşarmış. Emri hak vaki olup da adamcağız ölünce tavuğu büyük oğlu Aaka, horozu ise küçük oğlu Ceeka almış. Aaka, Ceeka ile her gün eğlenir, “Ceeka Ceeka, benim tavuğum bana her gün bir yumurta veriyor ama senin horozun yok mu, o da senin gibi, hiçbir işe yaramadan aylak aylak dolaşıp duruyor,” dermiş. Ceeka bu laflara pek içerlediği bir gün, horozunu evire çevire dövmüş ve “Git ve her bir tüyüne altın bağlatmadan geri gelme!” diyerek zavallı horozu kovmuş. Horozcuk ne yapsın, yollara düşmüş; bir gün bir gece yürüdükten sonra karşısına bir tilki çıkmış. Tilki “Horoz kardeş, horoz kardeş, nereye gidiyorsun?” diye sorunca horoz başından geçenleri anlatmış ve “Her bir tüyüme altın bağlatmaya gidiyorum,” demiş. Bunu du

IŞIK TANRIÇASI

Image
Kanada çorak, yabani ve doğal bir yerken, Alaska tepeleri yakınlarında çok bencil ve zalim bir Thinkleet ya da bir Ogre yaşarmış. O zamanlar her yer çok karanlık ve sislerle kaplıymış çünkü gökyüzünde ne güneş varmış ne ay, ne de yukarıda yıldızlar ve gök cisimleri parıldarmış. Kayalıklar arasında kendilerine ev yapan kertenkelelerden birazcık daha iyi koşullarda yaşayan birkaç acınası sefil insan ancak el yordamıyla bulurmuş aradıklarını. Thinkleet, kuzeyin soğuk topraklarında başıboş dolaşırken baş döndüren güzelliğiyle karanlıkta bile ışıyan bir genç kız ile tanışmış. Genç kız onunla evlenmeye razı olmuş ve sonra evlenmişler. Evlendikten sonra adam genç kızı Kanada’daki mütevazı kulübesine götürmüş.  Herkes bu kadar kaba saba, zalim ve bencil bir adamın böylesine iyi ve güzel bir eş bulmasına şaşıp kalmış. Bu genç kızın tatlı ve mutlu yüzüne her kim bakarsa hemen neşe ve cesaretle dolup taşarmış. Ama Thinkleet’in karısını çok kıskandığı bilinirmiş ve karısı herkese ışık d

ÇAYDANLIK ♫

Image
                                              Bir zamanlar gururlu bir çaydanlık varmış; porselen oluşundan, uzun lülesinden ve geniş sapından çok gurur duyarmış. Önündeki lüle ve arkasındaki tutmaç kolundan bahseder dururmuş. Fakat parçalanmış ve çatlak kapağından hiç bahsetmezmiş. Çünkü bu kusurlu yanıymış. Bundan bahsetme işini başkalarına bırakırmış. Çay fincanları, krema kabı ve şekerlik, adeta tüm çay servisi, çaydanlığın gösterişli sapı ve ağzından çok, kusurlu kapağından bahsedermiş ve çaydanlık bunu bilirmiş. “Ben kendimi biliyorum,” dermiş kendi kendine, “ben de kusurlarımın farkındayım ve kusurlarımda alçakgönüllülüğümün, kalenderliğimin görüldüğünü biliyorum. Her birimizin kusurları var ama bunları telafi eden yanlarımız da var. Fincanların bir kulpu var, şeker kasesinin ise bir kapağı. Bende ikisinden de var ve onların hiç sahip olmayacağı şekilde tam önümde ilaveten bir şeyim var. Beni çay masasının kraliçesi yapan mükemmel bir lülem var. Susamış insanlar i

BABUŞKA ♫

Image
Eğer bir Rus çocuğu olsaydınız Noel Baba’nın bacadan aşağı gelişini izlemek yerine, pencereden zavallı Babuşka’nın hızla geçişini izlerdiniz. Babuşka kim diye mi soruyorsunuz, acaba Noel Baba’nın karısı mı? Hayır… O sadece her Noel herkesin evine gelip, her beşiğe göz atan, her yatak örtüsünün altına bakan, her bebeğin bembeyaz yastığına şefkat dolu bir damla gözyaşı bırakıp ayrılan zavallı, beli bükülmüş, buruş buruş, yaşlı bir kadın. Ayrıca sadece Noel’de değil, uzun ve soğuk kışın her gününde, özellikle de rüzgârın şiddetle estiği, ıslıklar çalıp uluduğu ve bir iç çekiş gibi dindiği Mart ayında Rus çocuklar Babuşka’nın ayak seslerinin hışırtısını duyabilir. Babuşka’nın her zaman acelesi vardır. Onun kalabalık caddelerden veya tenha tarlalardan koşarak geçtiğini duyabilirsiniz. Nefessiz kalmış ve yorulmuş olsa bile koşmaya devam eder. Acaba kime yetişmeye çalışıyor? Pembe suratlarını pencere camına dayayarak birbirlerine, “Babuşka bizi mi arıyor?” diye soran çocuklara söyle

BABA YAGA ♫

Image
Bir zamanlar bir kız çocuğu olan bir adam ve bir kadın varmış. Kadın öldüğünde, adam başka bir kadınla evlenmiş. Adamın yeni eşi uğursuz bir kadınmış ve adamın kızından hiç ama hiç hoşlanmamış. Bu uğursuz kadın kızı dövüyor ve ondan sonsuza dek kurtulmanın yollarını arıyormuş. Bir gün evin babası uzak bir diyara gitmiş ve üvey annesi kıza “Kızkardeşimin, yani teyzenin evine gitmeni istiyorum,” demiş. “Ondan iğne iplik al. Sana bir bluz dikeceğim,” demiş. Kadının kızkardeşi aslında Baba Yaga adlı bir cadıymış. Evin kızı aptal bir kız değilmiş ve tavsiye almak için kendi teyzesine gitmeye karar vermiş. “İyi günler teyzeciğim,” demiş, “üvey annem bir iğne ve iplik almam için kendi kız kardeşine göndermek istiyor beni. Sence ne yapmalıyım?” Teyzesi ona ne yapması gerektiğini söylemiş. “Sevgili yeğenim,” demiş. “oraya vardığında bir huş ağacı göreceksin. Ağaç senin yüzünü kirletmeye çalışacak. O ağaca bir kurdele bağlamalısın. Orada gıcırdayan, hızla çarpan kapılar göreceksin. Kapıl