KRİSTAL KÜRE




Evvel zaman içinde üç tane oğlu olan büyücü bir kadın yaşarmış. Bu üç kardeş birbirini çok severmiş, ancak yaşlı büyücü anaları, büyücü güçlerini çalmak istediklerini düşündüğünden onlara hiç güvenmezmiş.

En büyük oğlunu, kayalık dağlarda yaşamaya mecbur bıraktığı bir kartala dönüştürmüş. Sonraları o kartal gökyüzünde devasa çemberler çizerek süzülürken sık sık görülmüş.

İkinci oğlunu ise okyanusun derinliklerinde yaşayan bir balinaya dönüştürmüş ve daha sonra hakkında bilinen tek şey, bazen yüzeye çıkarak havaya su püskürttüğü olmuş. Bu iki oğul her gün yalnızca iki saatliğine insan hallerine dönebiliyormuş.

Büyücü annesinin kendisini kudurmuş yabani bir canavara, belki bir ayıya ya da kurda çevirmesinden korkan üçüncü oğlan ise gizlice kaçıp uzaklara gitmiş.

Gittiği ülkede bir kral kızının büyülenmiş ve Altın Güneş Kalesi'ne hapsedilmiş olduğunu, orada çaresizce kurtuluşunu beklediğini işitmiş. Söylenenlere bakılırsa, onu kurtarmaya niyetlenenlerin hayatlarını tehlikeye atmayı göze alması gerekirmiş ve daha önce üç delikanlı, buna kalkışarak sefil bir şekilde ölmüş. Artık yalnızca bir kişi daha kalkışabilirmiş bu işe. Yirmi dördüncü de başaramazsa, prensesin başka şansı kalmayacak, sonsuza kadar Altın Güneş Kalesi’nde kalacakmış

Delikanlının yüreğinde korku namına bir şey yokmuş. Altın Güneş Kalesi’ni bulmayı ve prensesi kurtarmayı kafasına koymuş. Tesadüfen büyük bir ormana girip orada yolunu kaybettiğinde, uzun süredir kalenin yolunu bulamadan yol almaktaymış. Tam o sırada uzaktan elleriyle işaret ederek onu yanlarına çağıran iki dev görmüş. Oğlan yanlarına gittiğinde, devlerden biri “Bir şapka yüzünden tartışıyoruz ve ikimizde aynı oranda güçlü olduğumuz için kimse kimseye galip gelemiyor. Bu yüzden şapkanın hangimize ait olacağına karar veremiyoruz. Küçük adam bizden daha akıllıdır, o yüzden kararı sana bırakıyoruz,” demiş. Genç adam, “Bir şapka için ne diye kavga ediyorsunuz ki? Altı üstü bir şapka, değer mi?” diye sormuş. Dev, “Sen onun ne özellikleri olduğunu bilmiyorsun da ondan! Bu bir dilek şapkası; yani kim onu giyerse anında istediği her yere gidebilir,” diye cevaplamış. Bunun üzerine genç adam, “Şapkayı bana verin, ben de az öteye doğru gideyim. Sonra sizi çağırdığımda, siz bana doğru koşarak yarışırsınız ve hanginiz önce gelirse şapka onun olur,” demiş. Bu teklif devlerin aklına yatmış, şapkayı delikanlıya vermişler.

Delikanlı şapkayı başına takmış ve devleri unutup kralın kızını düşünerek uzaklaşıp yürümeye devam etmiş. Yürürken de derin derin iç çekerek “Ah! Keşke Altın Güneş Kalesi’nde olsaydım,” diye söylenmiş ve daha bu sözcükler dudaklarından dökülürken, kendisini yüksek bir dağın başında, kalenin kapısında dikilirken bulmuş.

İçeriye girmiş ve sonuncusunda kralın kızını bulana kadar bütün odaları bir bir dolanmış. Ama prensesi görünce neye uğradığını şaşırmış. Prensesin kırış kırış solgun bir yüzü, donuk gözleri ve kızıl saçları varmış. “Güzelliği dünyaya nam salmış olan kralın kızı sen misin?” diye haykırdı genç adam. Prenses “Ah, bu benim gerçek halim değil, insan gözü sadece bu çirkin halimi görebilir. Fakat illa nasıl göründüğümü bilmen gerekiyorsa aynaya bakmalısın. O sana benim güzelliğimi olduğu gibi gösterecektir,” diye cevaplamış ve aynayı ona vermiş. Gerçekten de genç adam aynada dünyanın en güzel kızının yansımasını ve yanaklarından süzülen kederli gözyaşlarını görmüş... “Seni nasıl kurtarabilirim? Hiçbir tehlikeden korkum yoktur benim,” diye sormuş delikanlı. "Her kim ki kristal küreyi alır ve büyücünün karşısına dikilirse, onun gücünü alt edebilir ve beni gerçek halime döndürebilir,” diye cevaplamış talihsiz prenses. “Ah, pek çok kişi bunun için ölümün kollarına gitti. Siz de öyle gençsiniz ki böyle büyük bir tehlikeye atılmanız gerektiği için üzülüyorum,”diye eklemiş. Delikanlı, “Hiçbir şey beni bu yoldan döndüremez,” demiş. “Ancak bana ne yapmam gerektiğini söylemelisiniz.” Kralın kızı, “Her şeyi bilmeniz gerekiyor,” demiş. “Kalenin bulunduğu dağdan aşağı inerken, bir kaynağın başında bir boğa göreceksiniz, onunla savaşmanız gerekiyor. Ve eğer onu öldürebilecek kadar şanslıysanız; boğanın ölü bedeninden alevler içinde bir kuş yükselecektir ve bu kuşun içinde de kendisi gibi yanan bir yumurta vardır. Bu yumurtanın içinde, yumurta sarısı yerine kristal bir küre bulunmaktadır. Ancak, ondan zorla almadığınız müddetçe kuş yumurtanın düşmesine izin vermeyecektir. Ve eğer yere düşerse, o zaman da etrafındaki her şeyi yakacaktır. Ve bu durumda tüm çaba boşa gitmiş olacaktır.”

Bunun üzerine genç adam dağdan aşağı inmiş ve kaynağın yanındaki boğa burnundan soluyarak, böğürerek üzerine gelmiş. Uzunca bir mücadeleden sonra kılıcını hayvanın bedenine geçirmiş ve hayvan yere yığılmış. O an boğanın içinden alevler içinde bir kuş çıkmış, tam uçmak üzereymiş. Ancak bulutların arasından süzülerek aşağı inen genç adamın kartal kardeşi alevler içindeki kuşu denize doğru kovalamış ve güçten düşüp yumurtayı bırakana kadar gagalamış. Ne yazık ki yumurta denize düşmemiş. Onun yerine kıyıdaki bir balıkçı kulübesine düşmüş ve kulübe yanmaya başlamış, neredeyse yanıp kül olacakmış. Tam o sırada, denizde birden kocaman, ev yüksekliğinde dalgalar çıkmış, evin üzerinden aşmış ve yangını söndürmüş. Ardından balina olan diğer kardeş yüzerek onlara doğru gelmiş ve beraberinde getirdiği dalgalarla yangını tamamen söndürmüş. Daha sonra genç adam yumurtayı aramaya koyulmuş, şansı yaver gitmiş ve hemen bulabilmiş. Yumurta yangından fazla zarar görmemiş, sadece suyla aniden soğutulduğundan kabuğu çatlamış. En küçük kardeş böylece yumurtayı açmış ve kristal küreyi hiç zarar görmeden çıkarabilmiş.

Genç adam büyücüye gidip küreyi ona doğru tuttuğunda büyücü, “Büyülü güçlerim yok oldu; bundan böyle Altın Güneş Kalesi’nin kralı sen olacaksın. Bu küreyi kullanarak artık kardeşlerini de insan biçimine geri döndürebilirsin,” demiş. Ardından genç adam aceleyle prensesin yanına gitmiş. Odaya girdiğinde prenses güzelliğinin bütün ihtişamıyla orada duruyormuş. Büyük bir mutlulukla birbirlerine yüzükler sunmuşlar. Delikanlı iki ağabeyini de yeniden insan hallerine geri döndürmüş. Hep birlikte, Altın Güneş Kalesi’nde sonsuza kadar mutlu mesut yaşamışlar. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.

Çeviren: Dilara Ünal
Editör: Nuray Önoğlu
Yazan: Jakob&Wilhelm Grimm

Comments

  1. Okuması çok keyifli bir masalmış. Çeviri için teşekkürler. Hikaye, kitap olabilecek zenginlikteymiş.

    ReplyDelete
  2. Keyifle okuduk , emeğinize sağlık

    ReplyDelete
  3. Oğlan uyudu Allah will give you the best

    ReplyDelete

Post a Comment

Popular posts from this blog

BİR GÖZ, İKİ GÖZ, ÜÇ GÖZ ♫

GEYİK PRENS VE KIZ KARDEŞİ