IŞIK TANRIÇASI



Kanada çorak, yabani ve doğal bir yerken, Alaska tepeleri yakınlarında çok bencil ve zalim bir Thinkleet ya da bir Ogre yaşarmış. O zamanlar her yer çok karanlık ve sislerle kaplıymış çünkü gökyüzünde ne güneş varmış ne ay, ne de yukarıda yıldızlar ve gök cisimleri parıldarmış. Kayalıklar arasında kendilerine ev yapan kertenkelelerden birazcık daha iyi koşullarda yaşayan birkaç acınası sefil insan ancak el yordamıyla bulurmuş aradıklarını. Thinkleet, kuzeyin soğuk topraklarında başıboş dolaşırken baş döndüren güzelliğiyle karanlıkta bile ışıyan bir genç kız ile tanışmış. Genç kız onunla evlenmeye razı olmuş ve sonra evlenmişler. Evlendikten sonra adam genç kızı Kanada’daki mütevazı kulübesine götürmüş. 

Herkes bu kadar kaba saba, zalim ve bencil bir adamın böylesine iyi ve güzel bir eş bulmasına şaşıp kalmış. Bu genç kızın tatlı ve mutlu yüzüne her kim bakarsa hemen neşe ve cesaretle dolup taşarmış. Ama Thinkleet’in karısını çok kıskandığı bilinirmiş ve karısı herkese ışık dağıtıyor diye Thinkleet onu cezalandırmış: “O tatlı gülüşlerini niçin bir tek bana saklamıyorsun?” diye sormuş. “Çünkü ben bu dünyaya neşe ve iyi niyet dağıtmak için gönderildim,” diye tatlılıkla cevap vermiş genç kız. “Sadece bir kişi için yaratılmadım ben ve herkese eşit davranmaya devam edeceğim.” Bunun üzerine Thinkleet karısını acımasızca azarlarmış ama o daha çok azarladıkça karısı da daha ışıldayıp gülümsemiş. Thinkleet akşam yemeğini yerken karısı onu sabırla bekleyerek kocasının öfkesini yumuşak sözleri ve kahkahasıyla bastırmış. 

Thinkleet yiyecek için avlanmaya gider gitmez de kapı aralığından başını uzatarak gelen geçen herkese gülümsemiş. Adamlar onun etrafında toplanıp güzelliğine hayran hayran bakakalmışlar. Elbette kimileri Thinkleet’e bu haberi hemen uçurmuş ve yokluğunda karısının gelip geçene nasıl gülümsediğini bir bir anlatmış. Thinkleet yine karısını acımasızca azarlamış ve bir daha böyle uygunsuz davranırsa onu mahvedeceğini söylemiş. “Dilersen beni gömebilirsin,” diye cevap vermiş karısı göz kamaştıran gülümsemesiyle. “Ama beni öldüremezsin. Hiçbir ölümlü benim canımı alamaz.”

Thinkleet kırmızı bir kuş sürüsü alıp karısına vermiş. Karısı bu kuşların Thinkleet’in yokluğunda kendisinin davranışlarını kontrol etmek amacıyla eğitildiğinden habersizmiş ve kuşlara ilgiyle bakarak onları sahiplenmiş. Kocası yine evden çıkar çıkmaz kapıya doğru yönelmiş ve gelen geçene gülümsemiş. Thinkleet birkaç saat sonra dönünce kırmızı kuşlar karısının bütün komşulara nasıl da tatlı tatlı gülümsediğini anlatmış ona. Öfkeden deliye dönen Thinkleet karısını yakaladığı gibi onu tahtadan bir kutuya koymuş. Kapağını kilitleyip çok kullanılmayan bir odanın içine atıvermiş. Ama bu iyi niyetli genç kıza çok düşkün olan kız kardeşi,Thinkleet’e onu serbest bırakması için yalvarmış. Bu sefil ve acınası adam kız kardeşinin isteğini yerine getirmek şöyle dursun onun evine gidip bütün çocuklarını katletmiş. Sonra evine dönmüş ve bu aceleci davranışı için kendince bahaneler üretmiş. 

Dünya hepten karanlıkmış şimdi. Karısının o tatlı gülümsemesi olmadan etrafını hiç göremez olmuş adam. Dehşete düşen Thinkleet kutuyu bulmak ve karısını serbest bırakmak için içerki odaya doğru el yordamıyla ilerlemiş. Etrafına toplanan tüm insanlar da çığlıklar eşliğinde ona yardım etmeye koşmuş, çünkü o topraklara bugüne değin görülmeyen bir karanlık bastırmış. 

Bu sırada Thinkleet’in kız kardeşi kulübesinden çıkarak deniz kenarına gitmiş ve için için ağlamış. “Ah, ne yapayım ben, ne yapayım ben!” diyerek dalgalar kumsala vurdukça acıyla inlemiş. Birdenbire çok sayıda balık suyun içinden kafasını teker teker çıkarmış ve şöyle demiş: “Üzülmeyesin, sen, iyi yürekli kadın, çünkü Thinkleet’tan daha muhteşem bir başka çocuğun olacak. Onu asil ruhlu olarak yetiştirmek de senin görevin.” 

Böylece genç kadın gözyaşlarını silip uzak yabancı diyarlara göçerek orada sakin ama güzel bir hayat sürmeye başlamış. Birkaç yıl sonra Yehl adını koyduğu ışıl ışıl parlayan, hareketli bir başka bir çocuğu olmuş. Oğluna yardımsever ve asil biri olmayı öğretirken mutlu mesut yaşlanmış. Yehl vicdanlı bir oğlan olduğu kadar güzelmiş de. İnsanlar birbirlerini karanlıkta görebilsin diye zamanının çoğunu sahilde ateş yakarak geçirirmiş. Onlara yemek pişirmeleri için ateşi nasıl kullanacaklarını da öğretmiş. Silah kullanma yaşına geldiğinde ise annesi onu Thinkleet’in yaşadığı yere, Thinkleet’in güzel karısını kurtarmaya göndermiş.

Yehl, Thinkleet’in kulübesini kapkaranlık ve terk edilmiş olarak bulmuş, o sefil kocası balık avlamaya gitmiş.Yehl gizlice kulübeye girip saklı kutuyu aramaya koyulmuş. En sonunda tahtadan bir zemine elini değdirip, “Güzel teyzemi kurtarmaya geldim!” diye heyecanla haykırırken arkadan boğuk sesle bağıran adamı duymuş “Ve şimdi de enişten seni öldürecek!” Yehl tam zamanında kılıcını çekmiş çünkü daha önce Thinkleet kulübeye girdiğinde kendine bir mızrakla sopa hazırlamış. Uzun süre dövüşmüşler, en sonunda Yehl pes edecek gücü kendinde bulup oradan kaçmış. 

Kutuyu bulmaya tekrar kalkışmadan önce birkaç gün beklemiş. Thinkleet’in balık avına çıktığını düşündüğü bir gün yine kulübeye girmiş. Tahta kutuyu bulana değin el yordamıyla her yere bakmış. Eli tahta kutuya değince, Thinkleet’in karısının artık yaşamadığından emin olsa bile, kalbi ümitle çarpmış. Kutunun kilidiyle biraz oynamış ve en sonunda kilidi açmış. Daha önceden duyduğu inilti sesinden çok kahkaha sesleri doldurmuş şaşkın kulaklarını.

Sonra o zamana değin hiç gerçekleşmeyen olağanüstü bir şey olmuş. Kutunun kapağı açılır açılmaz Yehl’i bir anlığına kör eden kocaman bir ışık seli her tarafı kaplamış. Yehl gözlerini ovup hayretler içinde kutuya bakmış. O güzelim gülümseyen kadın güneşe doğru yol alan, yolundaki her şeyi ve bütün dünyayı aydınlatan bir ışık seline dönüşüvermiş. Işık Yehl’in üzerine düştüğünde ise Yehl sihirli güçler kazanmış. Kimi halk hikâyecilerinin anlattığı gibi Thinkleet’in önceki eşlerinin de saklı olduğu bir başka kutu daha bulmuş Yehl. Ve onların saklandığı karanlık yerden ay ve yıldızlar doğmuş. Gökyüzündeki yerlerine yerleşip geceleyin karanlık dünyayı aydınlatmaya başlamışlar. Herkes korkuyla karışık şaşkınlık içindeymiş. Yehl korkanların yanlarına gidip onları yatıştırmış. Denize kaçanları balığa dönüştürmüş, ormana gidip saklananları kuşa ve arta kalanları da geyik ve diğer endamlı hayvanlara çevirmiş. Geriye kalan insanlar Yehl’in önünde diz çöküp onu kurtarıcıları olarak selamlamışlar. Thinkleet güzelim karısının yüzünü güneşin içinde gördüğünde ise kendini karanlık bir mağaraya kapatmış ve bir daha asla evine dönmemiş, çünkü sefil insanların ışığı sevmediği söylenirmiş. Yehl ülkeyi boydan boya gezerek elinden geldiğince herkese iyilik yapmış; ama dünya üstünde yaşadığı sürece güneşteki evinden her gün kendisine gülümseyen Işık Tanrıçası’nı hep çok sevmiş.

Çeviren: Deniz Gündoğan İbrişim
Editör: Nuray Önoğlu
Kanada masalı  (Wilbur Herschel Williams)

Comments

Popular posts from this blog

BİR GÖZ, İKİ GÖZ, ÜÇ GÖZ ♫

GEYİK PRENS VE KIZ KARDEŞİ

KRİSTAL KÜRE