BABUŞKA ♫



Eğer bir Rus çocuğu olsaydınız Noel Baba’nın bacadan aşağı gelişini izlemek yerine, pencereden zavallı Babuşka’nın hızla geçişini izlerdiniz. Babuşka kim diye mi soruyorsunuz, acaba Noel Baba’nın karısı mı? Hayır… O sadece her Noel herkesin evine gelip, her beşiğe göz atan, her yatak örtüsünün altına bakan, her bebeğin bembeyaz yastığına şefkat dolu bir damla gözyaşı bırakıp ayrılan zavallı, beli bükülmüş, buruş buruş, yaşlı bir kadın.

Ayrıca sadece Noel’de değil, uzun ve soğuk kışın her gününde, özellikle de rüzgârın şiddetle estiği, ıslıklar çalıp uluduğu ve bir iç çekiş gibi dindiği Mart ayında Rus çocuklar Babuşka’nın ayak seslerinin hışırtısını duyabilir. Babuşka’nın her zaman acelesi vardır. Onun kalabalık caddelerden veya tenha tarlalardan koşarak geçtiğini duyabilirsiniz. Nefessiz kalmış ve yorulmuş olsa bile koşmaya devam eder. Acaba kime yetişmeye çalışıyor?

Pembe suratlarını pencere camına dayayarak birbirlerine, “Babuşka bizi mi arıyor?” diye soran çocuklara söyle bir görünür. Hayır, durmaz; sadece Noel arifesinde çocuk yuvalarının merdivenlerinden yukarı çıkıp her bir küçük çocuğa bir hediye getirir. Noel Baba gibi erkeklere bisiklet, kızlara oyuncak bebek gibi hediyeler getirmez. Noel Baba gibi geyikler tarafından çekilen bir kızakla da gelmez. Bunun yerine koltuk değneğine yaslanarak ve aksayarak gelir. Eski önlüğü şeker ve ucuz oyuncaklarla doludur. Bütün çocuklar onu çok sever, yolunu gözler. Ne zaman ki onun hışırtılı adımlarını duyarlar, “İşte Babuşka geldi!” diye bağırırlar, o zaman ötekiler de bakar. Ama başlarını çok hızlı çevirmelidirler, çünkü hemen gözden kaybolur.

En çok da küçük bebekleri sever. Ne zaman ki yorgun anne uykuya dalar, işte o zaman Babuşka eğilip beşiğin içerisine dikkatle bakar, kimi mi arar? İşte bunu bilmek için onun hüzünlü hikayesini bilmek gerekir.

Çok çok uzun zaman önce, o zamanlar bile yaşlı bir kadın olan Babuşka Rusya’nın en soğuk köşelerinden birinde, dört geniş yolun birleştiği bir yerde bulunan, yalnız yaşadığı kulübesini süpürmekle meşgulmüş. Kış mevsimi olduğu için yollar karla kaplıymış. Yaz geldiğinde ve kırlar çiçeklerle, gökyüzü cıvıldayan kuşlarla dolduğunda kulübe hiç tenha görünmezmiş. Ancak kış geldiğinde ve arkadaşlık etmek için yalnızca havadaki kar tanecikleri, utangaç kar kuşları ve uğuldayan rüzgârlar olduğunda ufak tefek yaşlı kadın kendini çok yalnız hissedermiş. Fakat Babuşka meşgul bir kadınmış, hep yapacak işleri varmış. O gün de alacakaranlık çökmüş, oysa o daha evinin sadece yarısını süpürebilmiş, o yüzden yatmadan önce işini bitirebilmek için çok acele etmesi gerektiğini fark etmiş, çünkü Babuşka fakirmiş ve işlerini mum ışığında yapmaya parası yetmezmiş.

Tam o sırada yolların en genişinden ve en ıssızından gelmekte olan bir insan topluluğu görünmüş. Yavaşça yürüyorlarmış ve birbirlerine ne yöne gideceklerini soruyorlarmış. Kafile iyice yaklaşıp da küçük kulübenin önünde durunca, Babuşka gördüğü şatafat karşısında korkuya kapılmış. Başlarındaki taçlar ve göğüs zırhlarındaki mücevherler güneş gibi pırıl pırıl parıldayan üç kral kafilenin başında duruyormuş. Ağır kürk pelerinleri ve bindikleri develer yağan kar yüzünden bembeyazmış. Develerin koşumları altınla işlenmiş ve eyerleri gümüş levhalarla süslüymüş. Eyer altlıklar doğunun en değerli malzemelerinden yapılmış ve kafiledeki bütün hizmetkarların gözleri doğulularınki gibi koyu renkliymiş.

Kafiledeki hizmetkârlar ağır yükler ve kralların her biri de bir hediye taşıyormuş. Kralların biri güzel bir cam kavanoz taşıyormuş. Akşamüstünün hafif karanlığında Babuşka kavanozun içinde altın renkli bir sıvı görmüş. Sıvının renginden mürüsafi olduğunu anlamış. Bir diğeri özenle yapılmış çanta taşıyormuş, çanta ağır görünüyormuş ve gerçekten de altınla doluymuş. Sonuncusunun elinde ise taş bir vazo varmış, karlı havayı dolduran güzel kokulardan tütsü dolu olduğu anlaşılıyormuş.

Babuşka çok korkmuş ve bu yüzden kulübesinin içine saklanmış ve ancak hizmetkarlar uzun uzun çaldıktan sonra cesaretini toplayıp kapıyı açabilmiş. Hizmetkârlar Babuşka’ya uzaktaki kasabaya nasıl gideceklerini sormuşlar. Babuşka hayatında hiç coğrafya öğrenmemiş yaşlı ve cahil bir kadınmış. Kırlardaki en yakın köye giden yolu bilirmiş ama onun dışında kalabalık şehirlerle dolu dünya hakkında hiçbir şey bilmezmiş. Hizmetçiler onu azarlamış ama üç kral onunla nazikçe konuşmuş. Kadından bildiği yere kadar yolu göstermek üzere kendilerine eşlik etmesini istemişler. Gökte bir yıldız gördüklerini ve küçük bir çocuğun yaşadığı küçük bir kasabayı bulmak için onu takip ettiklerini, ancak kar yağdığından yıldızı gözden kaybettiklerini anlatmışlar.

Babuşka, “Peki bu çocuk kim?” diye sormuş. Krallar da “O bir kral ve biz de ona tapınmaya gidiyoruz,” diye cevap vermişler. “Bu altınlar, mürrüsafi ve tütsüler onun için. Onu bulduğumuzda başlarımızdaki taçları çıkarıp onun ayağının dibine bırakacağız,” demişler, “Bizimle gel Babuşka!”

Ne olmuş dersiniz? Siz de Babuşka’nın o ıssız düzlükteki küçük kulübesini terk edip krallar ile beraber çocuğu aramaya gitmesini beklerdiniz değil mi?

Ancak yaşlı kadın bu teklifi reddetmiş. Gece dışarısı karanlık ve iç karartıcı oluşmuş oysa minik evi sıcak ve rahatmış. Gökyüzüne bakmış ve yıldızın görünürlerde olmadığını görmüş. Ayrıca kulübesini derleyip toplaması da gerekiyormuş. Belki yarın gitmeye hazır olurmuş. Ancak kralların bekleyecek vakti yokmuş, bu yüzden ertesi sabah güneş doğup da Babuşka uyandığında, onlar çoktan yola koyulmuş ve çoktan uzaklaşmışlar. Bu olanların hepsi Babuşka’ya bir rüya gibi gelmiş. Hatta develerin ayak izleri bile yağan karın altında kaybolmuş. Her şey her zaman olduğu gibiymiş; bütün olanların bir rüya olmadığından emin olmak için, hizmetkârlar kapıyı çaldığında astığı yerden, kapının arkasındaki çividen süpürgesini almış.

Güneş doğup ortalık aydınlandıktan sonra; altınların parıltısını, mürrüsafinin ve günlüğün kokusunu hatırladıkça, keşke krallarla gitseydim diye düşünmüş Babuşka. Üç kralın aradığı bebeği düşünmüş uzun uzun. Kendisinin hiç çocuğu yokmuş; ne sevecek kimsesi ne onu seven bir yakını varmış. Ah keşke ben krallarla birlikte gitmiş olsaydım, ben de o bebeği görebilseydim, diye düşünmüş. Bu konuyu ne kadar çok düşünürse o kadar fazla üzülmüş, öyle ki orada kalıp gitmesine engel olan evini görmekten bile nefret eder olmuş.

Bir mutluluk şansını kaçırdığını anlamak çok kötü bir duygudur. Pişmanlık adı verilen ve keskin bir diş gibi içimizi kemiren his vardır. Babuşka kralları her düşündüğünde bu dişin kalbine saplandığını hissediyormuş.

Bir süre sonra, sabah kalktığından akşam yatana kadar bu çocuk tek düşüncesi haline gelmiş. Ve bir gün Babuşka evinin kapısını sonsuza kadar kapatıp uzun bir yolculuğa çıkmış. Krallara yetişmek gibi bir umudu yokmuş ancak belki o da bebeğin olduğu yere ulaşmayı istiyormuş. Böylece o da bebeği sevip, ona tapabilirmiş. Karşılaştığı herkese bebeği sormuş. Bazıları onun deli olduğunu düşünmüşler ama bazıları da sorusuna nazik cevaplar vermişler.

İnsanlar Babuşka’ya o bebeğin bir yemliğin içine doğduğunu ve daha bir sürü şey anlatmışlar ancak bunlar sadece zavallı Babuşka’nın kafasını karıştırmış. Aklında sadece bir düşünce varmış. Bebeği bulup onu sevmek.

Kaç yıl geçtiğini unutacak kadar uzun süre aramış. Belki şimdiye kadar kralların aradığı bebeğin Hz. İsa olduğunu tahmin etmişsinizdir. İnsanlar ona bu bebeğin bir yemliğin içine doğduğunu söylemişler. Hatta ona daha başka bir sürü şey anlatmışlar ancak bunlar zavallı Babuşka’nın kafasını daha da karıştırmış. Aklında sadece bir düşünce varmış, krallar bir bebeği görmeye gitmiş ve eğer şansı yaver giderse o da bebeği görebilecekmiş. Onu ararken küçük çocuklarla konuşması, küçük çocukların olduğu yerlere gitmesi gerekmiş. Böylece bütün çocukları sevmeye, hepsinde ayrı bir mutluluk bulmaya başlamış. Ve hiç durmamış artık, hep dolaşmaya ve bütün parasını çocuklara armağan etmek için şekerlemelere ve oyuncaklara harcamaya devam etmiş.

Evet geç kalmış, çok geç kalmış, krallara yetişememiş ve o bebeği bulamamış. Ama başka çocuklar bulmuş ve onları mutlu etmiş, küçük çocuklar da Babuşka’yı çok sevmişler.

İki bin yıl önce onu aramaya başlamış Babuşka. Babuşka artık çok yaşlı, yorgun, beli bükülmüş, teni buruş buruş bile olsa, hala aramaya, tek tek bütün bebeklerin yüzüne bakmaya, çocukları mutlu etmek için elinden geleni yapmaya ve bütün çocukları o aramaya çıktığı bebek gibi sevmeye devam ediyor.

Çeviren: Boran Ateşoğulları
Editör: Nuray Önoğlu

Comments

Popular posts from this blog

BİR GÖZ, İKİ GÖZ, ÜÇ GÖZ ♫

GEYİK PRENS VE KIZ KARDEŞİ

KRİSTAL KÜRE