RÜZGARLARIN DOĞUŞU



Yukon’un aşağılarında bir köyde bir adam ve karısı yaşarmış, çocukları yokmuş. Bir gün kadın kocasına demiş ki “Uzaklarda, tundrada yalnız bir ağaç yaşar. O ağaca git ve gövdesinden bir parça getir, sonra o parçadan bir oyuncak bebek yap. Böylece sanki bir çocuğumuz varmış gibi olacak.”

Adam evden çıkmış ve ay ışığının karlar üzerindeki parıltısı gibi nurlu, uzun bir ışık yolu görmüş; bu ışıklı yol ona gitmesi söylenen yönde, tundranın içlerine doğru yol gösteriyormuş. Bu, Samanyolu imiş. Bu yolu takip eden adam, parlak ışıkta şavkıyan güzel bir nesneyi önünde görünceye dek ilerlemiş. Bu nesneye doğru yürüdükçe onun aradığı ağaç olduğunu fark etmiş. Ağaç kısa bir ağaçmış, o yüzden adam avcı bıçağını çıkarıp gövdesinden bir parçayı kesmiş ve o parçayı eve götürmüş.

Evinde bu odun parçasından küçük bir erkek çocuğu yontmaya koyulmuş, karısı da iki takım elbise dikmiş ve birini çocuğa giydirmiş ve “Diğerini de ilk kez üstünü kirlettiğinde giydirmek üzere saklayacağım,” demiş. “Baba, şimdi de küçük oğluna bir takım oyuncak tabak yap,” demiş kadın. “Bu kadar zahmetin hiç faydası yok. Eskiden olduğumuzdan daha iyi durumda olmayacağız,” demiş adam. “Hiç olur mu, şimdiden daha iyi durumdayız,” demiş karısı. “Bebeğimiz olmadan önce kendimizden başka konuşacak bir şeyimiz yoktu. Şimdi hakkında konuşacak ve bizi eğlendirecek bir bebeğimiz var.”

Adam sırf karısını memnun etmek için oyuncak tabaklar yapmış, kadınsa bebeği kapının karşısındaki kanepenin başköşesine oturtmuş, önüne de yemek ve su dolu tabakları koymuş.

O gece karı koca yatmaya gitmiş. Gecenin bir vakti, karanlık odada bazı hafif ıslık sesleri duyarak uyanmış kadın. Kocasını da uyandırana kadar sarsıp, “Duyuyor musun? Bebeğin sesi bu,” demiş. Hemencecik kalkıp bir ışık yakmışlar ki ne görsünler? Bebek yemeği yemiş, suyu içmiş, gözleri de hareket ediyor. Kadın sevinçle bebeği kucaklayıp sevmiş ve onunla uzun uzun oynamış. Yorgun düşünce bebeği tekrar kanepeye bırakmış ve yatmaya gitmişler.

Sabah uyandıklarında Bebek yokmuş. Evin her yerinde onu aramışlar ama bulamamışlar. Sonra dışarı çıkmışlar, kapının önünden uzanan izler görmüşler. Dereye kadar izleri takip etmişler, daha sonra dere kenarı boyunca köyün dışına doğru ilerlemişler ve durmuşlar, çünkü burada Bebek, adamın ağacı bulmak için gittiği ışık yolu üzerinden Samanyolu’na tırmanıyormuş.

Bebek ışıklı yol boyunca, günün sonuna gelene kadar, gökyüzünün yeryüzüne inip de etrafına ışıktan bir duvar ördüğü yere kadar ilerlemiş. Yakınlarında, doğuda, gökyüzü duvarının bir yerinde bir deliği örten deri bir kabuk görmüş. Deri kabuk sanki öte yanından onu şiddetli bir kuvvet itiyormuş gibi içe doğru kabarıyormuş.

“Burası epey sessiz. Bence küçük bir rüzgâr burayı daha canlı kılabilirdi,” demiş Bebek, bıçağını çıkarıp deri kabuğu deliğin bir yanından kesmiş. Birdenbire güçlü bir rüzgâr sıvışıvermiş delikten, arada sırada da canlı bir ren geyiğini yanında getiriyormuş. Deliğin içine bakan Bebek duvarın ardında yeryüzüne benzeyen başka bir dünya daha görmüş. Kabuğu yeniden deliğin üstüne kapatmış.

“Bu kadar hızlı esme,” demiş rüzgara. “Bazen hızlı es, bazen hafif, bazen de hiç esme.”

Sonra gökyüzü duvarına tırmanmış ve güneydoğuya gelene kadar yürümüş. Burada ilk gördüğüne benzer şekilde kapatılmış bir açıklık varmış ve kabuk içeri doğru şişiyormuş. Bu kabuğu kestiğinde ren geyiği, ağaçlar ve çalılar getiren bir fırtına dalmış içeri. Çabucak kabuğu örtmüş ve fırtınaya “Sen çok kuvvetlisin. Bazen sert es, bazen hafif, bazen de hiç esme. Yeryüzündeki insanlar çeşitlilik ister,” demiş.

Yine gökyüzü duvarının üzerinde yürürken güneyde bir deliğe daha rast gelmiş, bu deliğin kabuğunu kestiğindeyse içeriye gökyüzü deliğinin öte tarafındaki büyük denizden yağmur ve çisenti getiren sıcak bir rüzgâr dolmuş. Bebek bu deliği de kapatıp öncekilerle konuştuğu gibi bu rüzgârla da konuşmuş.

Sonra doğuya geçmiş, burada da okyanustan sulu karlar ve çisentiler getiren sert sağanaklı fırtınaları içeri alan bir delik varmış. Bu deliği de kapayıp rüzgâra talimatlarını verince kuzeybatıya doğru gitmiş. Burada kabuğu kesip çıkardığında aniden soğuk bir rüzgâr içeri dalıvermiş, kar ve buz taşıyormuş; öyle ki Bebek iliklerine kadar üşüyüp donayazmış, diğer deliklere yaptığı gibi bu deliği de alelacele kapamış.

Gökyüzü duvarı boyunca kuzeye doğru ilerlemeye başlamış ama soğuk o kadar keskinleşmiş o kadar keskinleşmiş ki en sonunda duvardan ayrılıp güney yönüne doğru bir çember çizip tam deliğin karşısına gelecek şekilde kuzeye ilerlemek zorunda kalmış. Burada soğuk öyle şiddetliymiş ki, deliğin kabuğunu kesme cesaretini toplayana kadar biraz beklemiş. Kabuğu kesince korkunç bir fırtına içeri dolmuş, taşıdığı büyük kar ve buz kütlelerini dünyanın bütün düzlüklerine serpmiş. Öylesine acı bir soğukmuş ki Bebek deliği çarçabuk kapamış ve rüzgâra, bu yönden sadece kışın ortasında esmesini, böylece insanların gafil avlanmayacağını, hazırlıklı olabileceğini söylemiş.

Buradan sonra alelacele, yeryüzünün ortasındaki daha ılık diyarlara inmiş, burada yukarı baktığında gökyüzünün uzun ince, kemer gibi uzanan sırıklarla desteklendiğini görmüş; hani şu koni biçimli çadırlardakine benziyormuş, ama onun bilmediği güzel bir malzemeden yapılma gibiymiş. Gide gide sonunda yolculuğa başladığı köye dönmüş ve evine gitmiş.

Bebek bu köyde epey uzun zaman yaşamış; onu yapan ve evlat edinen ana babası öldüğünde köyden başka insanlar alıp bakmışlar ona, böylece ölene dek nesillerce yaşamış. Onun ölümünden sonra ana babalar çocuklarına gökyüzünün rüzgâr deliklerini ilk kez açan ve yeryüzünün altı rüzgarını da düzenleyen Bebek’e benzeyen oyuncak bebekler yapmışlar.

Çeviren: Eylem Yıldızer
Editör: Nuray Önoğlu
Eskimo masalı



Comments

Popular posts from this blog

BİR GÖZ, İKİ GÖZ, ÜÇ GÖZ ♫

GEYİK PRENS VE KIZ KARDEŞİ

KRİSTAL KÜRE