TAZE İNCİR ♫





Uzun zaman önce, amansız bir hastalığa yakalanmış genç bir kız varmış. Kızın babası oldukça varlıklıymış ve kızı için her şeyi yaparmış.

Kız bir gün “Eğer biraz taze incir yersem, eminim kendimi daha iyi hissedeceğim,” demiş.

Yalnız aylardan ocakmış ve taze incirlerin olgunlaşmasına daha aylar varmış. Varlıklı adam, zenginliğinin bile incirleri hemen olgunlaştırmayacağını çok iyi bildiği için, oldukça endişeliymiş. Her şeye rağmen tüm ahaliye haber salarak, “Her kim ki kızıma taze incirler getirir, yaşının uygun olması kaydıyla kızımla dünya evine girecek; eğer yaşlı biriyse de büyük bir mükâfat ile ödüllendirilecektir,” diye duyuruda bulunmuş.

Bu haber tüm ülkeye yayılmış yayılmasına da, ocak ayında hiç kimsede taze incir bulunmuyormuş ki. En nihayetinde, evinin yanında, bahçesinin yüksek duvarları sayesinde soğuk rüzgârlardan korunmuş, bir incir ağacı olan bir kadın da duymuş haberi. Kadının az da olsa taze inciri varmış var olmasına ama bu incirler hem çok küçükmüş hem de pek lezzetli değillermiş. Buna rağmen, komşuları hep bir ağızdan, “İncirlerini hasta olan genç kıza gönder,” diye sıkıştırıp durmuşlar kadını. İyi kalpli kadıncağız da göndermek istiyormuş aslında. “Oğlum hazırlanır hazırlanmaz mutlaka göndereceğim,” demiş komşularına.

Bu kadının iki oğlu varmış. Oğullardan biri pek şapşalmış, diğeri ise kasabadaki en akıllı gençlerden birisi olarak kabul edilirmiş. Akıllı olan oğlan, sepetine incirlerin en iyilerinden doldurup, hemen yollara düşmüş.

Az gitmiş, uz gitmiş ve yolunun üstünde, masmavi elbisesiyle, kucağında çocuğu olan bir kadınla karşılaşmış. Ancak genç oğlan, gerçek Yüce Ana ve Oğlu’nu tanıyamamış. “Sepetinde ne taşıyorsun öyle?” diye sormuş Yüce Ana. Akıllı oğlan, “Boynuz taşıyorum,” diye cevaplamış. “Evet doğru! Boynuz taşıyorsun,” deyivermiş Yüce Ana.

Genç adam, sepetinde evden çıkarken koyduğu incirleri taşıdığını sanarak, kızı hasta olan varlıklı adamın evine gitmek üzere yoluna devam etmiş. Ancak kolundaki sepet gittikçe ağırlaşıyormuş. Buna rağmen gayretle yürümüş ve sonunda hedefine ulaşmış.

Varlıklı adam, genç adamı kapısında görür görmez,  “Ne var öyle sepetinin içinde” diye sormuş. Akıllı genç “Hasta kızınızın canı taze incir çekmiş diye duyurmuşsunuz. Kendisi için bahçemden taze incirler getirdim,” demiş. Varlıklı adam çok memnun olmuş ve sepeti oracıkta açıvermiş. Sonra da genç adamı yakasından tuttuğu gibi dik merdivenlerden aşağıya fırlatmış, çünkü sepette sadece boynuzlar varmış. Varlıklı adam, genç adamın arkasından, “Bana böyle bir oyun oynayıp kandırmaya çalışarak ne yaptığını zannediyorsun, bir daha sakın buralarda gözüme görünme” diye bağırmış.

Genç adam çarnaçar eve dönmüş ve olanları anlatmış. Kadının bahçesindeki ağaçta, çürük de olsa halen tek tük incir varmış. Bunun üzerine, şapşal olan oğlan, annesine yalvarmış, incirleri hasta genç kıza götürmek için izin istemiş. Bakmış ki başka çaresi yok, oğlu ısrarcı, “Pekâlâ, al ve götür bunları,” diyerek izni vermiş annesi. “Kim bilir, belki de varlıklı adamın kızı ile evlenecek talihli sensindir,” diyerek gülümsemiş.

Şapşal oğul hemen ağaçtaki tek tük, çürük çarık incirleri toplamış, sepetine koymuş ve varlıklı adamın evine doğru yola koyulmuş.

Az gitmiş, uz gitmiş ve yolunun üstünde, masmavi bir elbise, kucağında çocuğu olan bir kadınla karşılaşmış. O da gerçek Yüce Ana ve Oğlu’nu tanıyamamış. “Sepetinde ne taşıyorsun öyle?” diye sormuş Yüce Ana. “Hasta bir genç kız için taze incir taşıyorum,” diye karşılık vermiş oğlan. “Evet, incir taşıyorsun” demiş kadın. Şapşal oğlan, “Ay sen ne tatlı bir bebeksin,” diye kadının bebeğini sevmiş ve hemen açmış sepetini, “Al bak, bu incir de bebeğin için, yesin tatlı yavurcak,” demiş. En iyi incirlerden birini bebeğe verdikten sonra varlıklı adamın evine doğru yoluna devam etmiş ve sonunda o da hedefine ulaşmış.

Şapşal oğlanı evinin kapısında gören varlıklı adam “Sepetinin içinde ne var?” diye sormuş. “Hasta olan kızınız için bahçemden taze incirler,” diyerek karşılık vermiş oğlan. Varlıklı adam, daha önce nasıl kandırıldığını anımsayarak, çatık kaşlarla açmış sepeti. Açar açmaz da gözleri fal taşı gibi açık, kalakalmış. Adam şaşkınlık ve mutlulukla ağlayarak, “Nasıl olabilir bu! Hem de ocak ayında!” diye haykırmış. Meğer incirler varlıklı adamının evine varıncaya kadar olgunlaşıp bal gibi olmuş, sepeti tıka basa doldurmuşlar. Varlıklı adam da sepeti açtığında bir sepet dolusu olgun, nefis, ballı incir görmüş. Genç kız incirleri görünce çok mutlu olmuş ve yer yemez hemencecik iyileşmeye başlamış.

Kızın babası oğlanın şapşal olduğunu anlayınca, hasta kızına taze incir getirecek olan genç ile kızını evlendireceği sözünden vazgeçmiş. Fakat sonuçta bir söz verilmiş ve verilen sözden öyle kolay kolay geri dönülemezmiş. Varlıklı adamın derdini paylaştığı bir arkadaşı “Seni bu zor durumdan kurtaracak yolu yordamı sana anlatacağım,” demiş ve “o oğlana; eğer gece yarısına kadar, dağdan iki canlı tavşanı sağ salim yakalayıp sana getirmez ise canından olacağını söyle,” diye eklemiş.

Varlıklı adam tam olarak arkadaşının söylediğini yapmış. Zavallı oğlan kırlara gidip bütün gün nafile bir çaba ile tavşanları yakalamaya çalışmış. Sonunda çok yorulup kan ter içinde kalmış ve hep olduğu gibi şapşallığından afallayıp kalmış. Bir yandan da onun için kurgulanmış olan bu görevi tamamlamanın imkânsızlığının farkındaymış. Ne yapacağını bilemez bir halde dertlenip dururken, birdenbire karşısında masmavi elbisesiyle kucağında çocuğu olan kadını görümüş. “Neyin var?” diye sormuş kadın. Oğlan da kadına “Eğer gece yarısına kadar iki tavşan yakalayıp, varlıklı adama götüremezsem, canımdan olacağım,” diyerek olanları bir bir anlatmış.Kadın hemen bir kamış parçasını keserek, bir kaval yapmış. “Bu kavalı çal,” demiş kadın, “ardından tavşanlar kendi ayaklarıyla sana geleceklerdir.”

Şapşal oğlan kavalı çalmaya başlamış. Kavalından tatlı ezgiler yükselmeye başlayınca iki tavşan zıplaya zıplaya oğlanın ayaklarının dibinde bitivermişler. Genç adamın tek yaptığı kavalın çıkardığı bu güzel ezgiyi duyup adeta büyülenen diğer hayvanlar ve kuşları uzaklaştırmak olmuş.

Genç adam, peşinde tavşanlar, varlıklı adamın evinin yolunu tutmuş. Yolda, onu öldürmesi için gönderilen iki adamla karşılaşmış. Elbette hiç kimse, oğlanın tavşanları yakalayabileceğini hayal bile edememiş. Oysa oğlan iki canlı taşanı yakalamamış, tavşanlar kendi ayaklarıyla peşine düşmüş geliyormuş. İki adam, onu kavalını çalar, tavşanları da uslu uslu peşinden gider görünce şaşkınlıktan öylece kalakalmışlar. Delikanlı yanlarından geçip gitmiş. Varlıklı adamın kapısına varmış ve adamın gördükleri karşısında nutku tutulmuş. Bu sırada genç adam kavalını çalmaya devam ediyormuş. Hasta genç kız yattığı yerden bu tatlı ezgileri duymuş ve bu güzel müziği çalan kişiyle tanışmak istemiş. Onu gördükten ve kavalından çıkan tatlı ezgileri dinledikten sonra, onunla evlenmeye çoktaaan razı olmuş. Babasına da onları evlendirmekten başka yapacak bir şey kalmamış. İki gencin düğünleri coşku içinde kutlanmış.

Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.


Çevirenler: Altuğ Hasözbek & Setenay Özaydemir Akın
Editör: Nuray Önoğlu
Görsel: Nuray Önoğlu
Portekiz masalı
Dinlemek için: https://anchor.fm/Burcu-kendine%20tutun%20

Comments

Post a Comment

Popular posts from this blog

BİR GÖZ, İKİ GÖZ, ÜÇ GÖZ ♫

GEYİK PRENS VE KIZ KARDEŞİ

KRİSTAL KÜRE