PRENSES VE BALIKÇI ♫


Bir zamanlar, bir balıkçı varmış. Ne çok zengin, ne fakirmiş. Fakat gençmiş, uçlarını yukarı kıvırdığı bıyıklarıyla oldukça da hoş görünüyormuş. Ne zaman saraya gitse, imparatorun kızı balık almaya gönderilirmiş ve her seferinde balığın değerinin on misli fazla para verirmiş genç balıkçıya. Bizim balıkçının hoşuna gidermiş bu bolluk. Ne zaman taze balık tutsa, saraya götürürmüş, öyle ki, prensesin balıkçıdan bir gün bile balık almadığı olmazmış.

Bir gün, prenses balığın parasını öderken balıkçının elini tutmuş. Balıkçı pancar gibi kızarmış, gözlerini kaçırmadan önce kızın sevgi dolu bakışını yakalamış. Sonra kızla konuşmaya başlamış ve aptalca bir şey söylememeye dikkat etmiş.

Bir sonraki seferde prenses balık aldığında balıkçı onlar hakkında uzun uzun konuşmuş ve kızın duygularını anladığını hissettirmiş. Kızda gördüğü aşk ateşinin kendi kalbini de en az onun kadar yaktığını fark etmiş.

Başka zaman daha özgürce konuşmuş balıkçı, prenses onun evli olmadığını öğrenmiş, bunun yanında balıkçının akıllıca konuşmalarından memnun olmuş ve sonunda prenses balıkçıyı giderek çok çekici bulmaya başlamış ve ona aşık olduğunu anlamış. Balıkçıya bir kese dolusu para vermiş ve kendine şık elbiseler almasını, sonra da giyinip kendisine göstermesini istemiş.

Balıkçı, tam bir centilmenin giyeceği türden kıyafetler almış, giyinmiş ve prensese gitmiş. Kız ona şöyle bir bakmış ve yürüyüşle, duruşuyla soylu birine dönüştüğünü görmüş. Sonunda kalbinde parlayan aşkı bastıramayarak imparatorun kızı balıkçıya evlenme teklif etmiş.

Balıkçı fazla bilgili biri değilmiş, fakat böyle bir olayın saçmalığının farkındaymış, kendi gözleriyle gördüğü kendi kulaklarıyla duyduğu halde bu teklife inanmakta zorlanmış. Ancak prenses şaka yapmadığını söyleyince kızın ellerini tutmuş, aklında bir çok şüphe olmasına rağmen, kızın doğru söylediğine karar vermis ve mahçup hissetmiş.

Bu evlilik fikri imparatorun hiç de hoşuna gitmemiş, fakat tek evladı olduğu ve kızını da çok sevdiği için onun isteğini yerine getirmeyi kabul etmiş. Prenses balıkçıya içi para dolu bir kese daha vermis, kendisine daha şık kıyafetler almasını söylemiş. Altın gibi parlayan giysilerle döndüğünde prenses balıkçıyı imparatorla tanıştırmış ve iki genç nişanlanmışlar.

Çok geçmeden görkemli bir düğün yapılmış. Genç çift ziyafet sofrasında yerlerini almış. Eski bir geleneğe uygun olarak sahanda yumurta getirilmiş. Geleneğe göre bunu sadece gelinle damat yermiş. Damat tam bir parça ekmeği yumurtaya banacakken, prenses onu durdurmuş, demiş ki: “Dur, önce ben banmalıyım, çünkü ben imparatorun kızıyım ve sen bir balıkçısın.” Balkçı damat hiç bir şey demeden masadan kalkmış ve ortadan kaybolmuş. Misafirler ne olduğunu anlamadan birbirlerine bakmışlar ve imparatorun damadının aslında bir balıkçı olduğu sürprizine anlam vemeye çalışmışlar.

Prensese gelince, düşüncesizliğinden dolayı çok pişman olmuş. Dudaklarını ısırmış, ellerini sıkmış, ağzındaki lokmayı yutamamış. Şenlik sona erince kız odasına gitmiş. O kadar üzgünmüş ki bütün gece gözünü bile kırpmamış. Gelin odasında öylece beklerken, hasretten yataklara düşeceğini düşünmüş. En büyük üzüntüsü ise kocasının çekip giderken tek kelime dahi etmemiş olmasıymış.

Ertesi gün imparatora gitmiş ve kocasının hasretiyle dolu olduğunu, onu buluncaya kadar peşinden gideceğini söylemiş. İmparator kızını ne kadar vaz geçirmeye çalıştıysa da prenses kararlı davranmış ve yollara düşmüş.

Tüm şehrin altını üstüne getirmiş ama balıkçıyı hiç bir yerde bulamamış. Oradan oraya dolaşmış. Bir hafta kadar arayıp taradıktan sonra, balıkçıyı bir tavernada hizmet ederken bulmuş. Adamı görür görmez yanına gitmiş ve onunla konuşmaya çalışmış, fakat balıkçı onu tanımıyormuş gibi davranıyormuş; prenses onunla konuşurken o başını çevirmiş, söylediklerine hiç aldırmamış ve çalışmaya devam etmiş. Prenses hiç peşini bırakmamış, tek bir kelime olsun söylesin diye yalvarmış, ama nafile. Hancı bu yabancı kadının işleri aksatmasına kızmış ve “Garsonumu rahat bırak da işini yapsın! Görmüyor musun, dilsiz o! Saygın bir hanımefendiysen buradan gidecek kadar da kibar ol!” “Dilsiz değil o!” diye ağlamaya başlamış prenses. “O benim kocam, benim bir hatam yüzünden kaçıp beni terk etti,” demiş.

Tavernada bulunan herkes kızın konuşmasını duyunca şaşkınlıkla bakakalmış. Kız dalga geçmiyormuş. Fakat hancı kıza inanmamış, bir adamın bütün haftayı tek kelime etmeden geçirmiş olmasının imkansız olduğunu düşünmüş, herkes onu dilsiz olarak tanıyor, işaret diliyle anlaşıyor ve onu seviyormuş. Bunun üzerine prenses orada bulunan herkesle bir anlaşma yapmak istemiş. Eğer orada kalmasına izin verirlerse, üç gün içinde adamı konuşturacağını, eğer üç günün sonunda başarısız olursa kendisini idam etmelerini istemiş. Bu anlaşma kağıda dökümüş ve hakim tarafından da resmileştirilmiş. Sözleşme imzalandıktan sonra, üç günlük mühletin ertesi sabah başlamasına karar verilmiş.

Balıkçı, bu anlaşma hakkında başta hiçbir şey bilmiyormuş; her şeyi sonradan duymuş. Prenses balıkçının etrafından hiç ayrılmıyormuş. “Sevgili kocam,” demiş, “bilmeni isterim ki utanç içindeyim. Seni seçtim, çünkü sana aşık oldum; sana yemin ederim bir daha asla böyle aptalca bir şey yapmayacağım. Bana acı, bana tek bir kelime söyle, bu öldürücü utançtan beni kurtar. Biliyorum, kızmakta haklısın, ama aşkımızın hatırına beni bağışla lütfen.” Balıkçı başını ona doğru çevirmiş, sanki onu hiç tanımıyormuş ve söylediklerini duymuyormuşçasına omuz silkmiş. Bir gün geçmiş, iki gün geçmiş, tek bir kelime etmemiş. Üçüncü gün geldiğinde prenses korku içindeymiş, üç gündür peşinden ayrılmadığı bu dilsiz adama tek kelime olsun söyletebilmek için yalvarıp durmuş.

Öte yandan, kızın bu çırpınışlarıyla kendisini yumuşatacağını hisseden balıkçı, onun gözyaşlarına karşı gelebilmek için daha da katılaştırmış kalbini, sanki kalbi buzla kaplıymış gibi davranmış. Ancak prenses binlerce kere denemekten vaz geçmemiş, vahşi bir yaratığı bile yumuşatacak kadar yakarmış. Buna rağmen üçüncü günün sonuna gelindiğinde balıkçı hâlâ tek bir kelime etmemiş.Herkes bu olan bitenler karşısında şaşkınlık içindeymiş. Şehirde tavernanın dilsiz uşağı ve büyük olasılıkla bu dilsiz adamı başkasıyla karıştırdığı için hayatını tehlikeye atan o güzel ve çekici kızdan başka bir şey konuşılmaz olmuş.

Ertesi gün, idam sehpası hazırlanmış ve herkes bu olayın sonunu görmek için meydanda toplanmış. Mahkeme heyeti alana davet edilmiş ve istekleri üzerine infaz anlaşması metni okunmuş. Cellatlar gelmiş, prensese kendisinin gönüllü olarak verdiği sözü yerine getiremediği için cezalanırılacağını söylemişler. Prenses son bir umutla balıkçıya dönmüş ve kalbini yumuşatabilmek için çok acıklı bir biçimde hıçkırmış, ama boşuna! Son çabasının da işe yaramadığını gören prenses, saçlarını açıp omuzlarına düşürmüş; o kadar hazin bir şekilde feryat figan ederek ağlamış ki dağlar, taşlar bile gözyaşı dökmüş. Kız dosdoğru idam sehpasına doğru yürümüş. Genç-yaşlı etrafındaki herkes ağlıyormuş, lakin kimsenin elinden gelen bir şey yokmuş.

Cellatların yanına gelince, umutla bir kez daha kalabalığın arasındaki balıkçıya bakışlarını dikmiş, ancak yerinden bile kıpırdamayacağını anlamış ve şöyle demiş: “Sevgili kocam, beni ölümden kurtar, sana olan aşkımı biliyorsun, benim böyle onur kırıcı bir biçimde yok olmama izin verme. Tek bir kelime söyle de kurtulayım. Fakat adam sadece omuzlarını silkmiş ve gözünü tarlaların ardına dikmiş. Cellatlar ellerinde ilmikle gelmişler, iki kişi kızın merdivenlerden çıkmasına yardım etmiş ve cellat ipi kızın boynuna geçirmiş. Bir an sonra prenses bir cesede dönüşecekmiş! Cellatlar tam kızı boşlukta sallandırmak üzereymiş ki, balıkçı elini kaldırıp “Hey, hey! Durun! “diye bağırmış. Herkes donakalmış, cellat ipi kızın boynundan çıkarırken herkesin gözlerinden mutluluk gözyaşları dökülüyormuş. Balıkçı prensese bakarak üç kez şöyle demiş: “Beni bir daha balıkçı diyerek aşağılayacak mısın?” “Affet beni sevgili kocam,” diye cevap vermis prenses, “Bunu bir kez yaptım ve büyük bir hataydı. Söz veriyorum bir daha asla olmayacak.” “Bırakın aşağı insin, o benim karım,” demiş o zaman prens. Prensesin elinden tutmuş, beraberce evlerine gitmişler.

Ondan sonra mutluluk ve huzur dolu yaşayıp gitmişler…


Bu hikayeyi öğrendim ben, anlatayım diye,
Gencinden yaşlısına herkese.
Yaşanmamış olsaydı anlatılmazdı cümle aleme.

Çeviren: Özlem Köse
Editör: Nuray Önoğlu
Rumen masalı

Dinlemek için: https://anchor.fm/326zlem-k374347374kahmetler/episodes/PRENSES-VE-BALIKI-ectbkq

Comments

Popular posts from this blog

BİR GÖZ, İKİ GÖZ, ÜÇ GÖZ ♫

İKİ KARDEŞ

GEYİK PRENS VE KIZ KARDEŞİ