KORRİGANLAR



Bir zamanlar Riantek'te, dul bir kadın yaşarmış. Bu kadının bir de oğlu varmış. Hayatları fakirlik içinde geçermiş. Sabanı sırayla kendileri çekmek zorundalarmış, çünkü bir çift öküz alacak paraları bile yokmuş. Yine de, kadın eline geçen her şeyi olabildiğince değerlendirir, kulübesini tertemiz tutarmış. Şehrin insanları, kadın hakkında hep güzel şeyler söyler ve artık bu kadar ağır şartlarda çalışmamasını dilermiş. Ne yazık ki, o zamanlar zor zamanlarmış ve hiç kimse ona biraz ekmek ve bir kaç karabuğday galetası vermekten başka yardımda bulunamıyormuş. Bu, oğlunun gayretle çalışan iyi bir çocuk olmasının önüne geçmemiş. Ana oğul zorluk içinde yaşayıp gidiyormuş.

Sonra, bir gece, kadın bir rüya görmüş: Uçsuz bucaksız bir ormanda, biri beyaz, biri siyah iki öküzün çektiği koşumun peşinden koşuyormuş rüyasında. Onu bitap düşüren bir koşturmacanın ardından, sonunda koşumu yakalamış ve öküzleri eve getirmiş. Kadın bu rüyadan çok etkilenmiş ve sabah olunca oğluna, “Haydi Hennebont Panayırı'na bir çift öküz almaya gidelim,” demiş. “Ama anne,” demiş oğlu, “azıcık bile paramız yok ki.” “Önemli değil,” demiş kadın, “biliyorum, bir yolunu bulacağım.”

Böylece Hennebot Panayırı'na doğru yola koyulmuşlar. Hızlı hızlı yürüyorlarmış. Üç yolun kesiştiği bir yol çatında, küçücük bir adamın toprağın altından çıkıp onlara doğru yaklaştığını görmüşler. “Nereye gidiyorsunuz böyle,” diye sormuş küçük adam. “Panayıra, Hennebot'a,” demiş oğlan, “bir çift öküz alacağız. Ama karşılığında verecek paramız yok.” “Eğer benimle bu delikten aşağı inerseniz ve nasıl davranmanız gerektiğini biliyorsanız, bir daha hiçbir şeyin eksikliğini çekmeyeceğinizi size garanti ederim,” demiş küçük adam.

Adamı takip etmişler ve küçük bir çalılığın ortasındaki delikten aşağı inmişler. Delik aslında onlar için oldukça küçük gözüküyormuş, ama inerken hiç bir rahatsızlık hissetmemiş, zorluk çekmemişler. İşte o zaman şaşkınlıktan donup kalmışlar çünkü kendilerini ahşap bir sabodan daha büyük olmayan çocuklarla dolu bir evde bulmuşlar. Bunlar Korriganlar diye bilinen kimselermiş. Babalarının çok hasta ve ölmek üzere olduğunu, eğer iyileştirecek bir çare biliyorlarsa, cömertçe ödüllendirileceklerini söylemişler. Kadın düşünmüş ve onlardan gidip istediği çeşitli otları toplamalarını istemiş. Korriganlar çıkmış ve kısa süre sonra kadının istedikleriyle geri dönmüşler. Kadın bu otlardan şifalı çaylar kaynatmış ve hastaya içirmiş. O da kendini daha iyi hissetmeye başlamış. “Eğer kocamı kurtarırsanız,” demiş Korriganların annesi, “bundan böyle hiç bir eksiğiniz olmayacak.”

Kadın ve oğlu, Korriganların babasını iyileştirmek için üç gün üç gece daha orada kalmışlar ama zamanın nasıl geçtiğini anlamamışlar ve bir soran olsa sadece üç saattir orada olduklarını söylerlermiş. Korriganların babası hızla iyileşmiş. Kadın ve oğluna: “Eşimi ve beni takip edin. Size bir ev ve iyi yaşamak için ihtiyacınız her şeyi vereceğiz,” demiş.

Ağaçların çok zamandır budanmadığı, büyük bir ormana varmışlar. Korrigan, koca bir kayaya doğru yönelmiş ve kısacık boyuna rağmen hiç zorlanmadan kayayı kaldırmış. Kayanın ardında bir delik varmış, çok derin ama daracık bir delik. Tıpkı kadın ve oğlunun Korriganlar'a gitmek için girdikleri delik gibi. Küçük adam delikten içeri girmelerini istemiş.

Anneyle oğul delikten içeri girmişler ve gördüklerine çok şaşırmışlar. Karşılarında büyük bir ev varmış. İçinde güzel mobilyalar, kuş tüyü yorganlarla örtülü çok güzel yataklar... Camdan, ineklerin ve öküzlerin otladığı yemyeşil bir çayır görünüyormuş. “Bunların hepsi sizin,” demiş Korriganların babası. “Bunu hak ettiniz çünkü siz benim hayatımı kurtardınız. Ama sizi uyarmak zorundayım. Büyük bir tehlike sizi tehdit ediyor. Sekiz gün sonra, buraya biri gelecek. O benim babam. Yaşlı ve çok kötü biridir. Buraya sizi korkutmak ve buradan kovalamak için gelecek. Eğer gitmeyi reddederseniz, size her türden bedduayı ettikten sonra sizi öldürecektir. Ama ben size ne yapmanız gerektiğini söyleyeceğim. Onun yaklaştığını duyduğunuzda, siz hanımefendi yatağın ucuna geçmelisiniz ve oğlunuz da yatağın altına saklanmalı. Babamın devasa bir bıçağı ve yedi patlar bir tabancası olacak; ateş ettiğinde, kendinizi yere atın ki sizi vuramasın. Bu durumda sizi bıçağıyla öldürmeye çalışacak ve o zaman oğlunuz işe karışacak. Ama, sizi temin ederim, eğer sizi yakalarsa, öldürür. O yüzden dediklerimi unutmayın ve çok dikkatli olun.”

Yedi gün evde huzur içinde yaşamışlar. Sekizinci gece, kadın ve oğlu büyük bir gürültü duymuşlar ve tir tir titremeye başlamışlar. Sonunda bağırıp çağıran, söven yaşlı Korrigan’ı görmüşler. “Ah!,” diye bağırmış, “işte gördüm sizi! Siz benimsiniz!”

Bir birini, bir ötekini kovalamış. Oğlan yatağın altına saklanınca annesi de yatağın ucuna yerleşmiş. Yaşlı Korrigan yedi patlarını çekmiş ama anne kendini yere atıvermiş ve vurulmaktan kurtulmuş. O zaman da adam, neredeyse kendisi kadar büyük olan bıçağını çekmiş ve zavallı kadına doğru atılmış. Ama tam o anda, oğul yatağın altından fırlamış ve adamın kafasını kesivermiş. O zaman, tam hemen o anda, bir sürü Korrigan toplaşmış etraflarına. Sayıları yüzden fazlaymış. Neşeyle gülüşüp dans ediyor ve “Burada ne oldu böyle? Artık nasıl da mutlu olacağız! Biza tiranlık yapan cani barbar öldü. Bunu kutlayalım, dans edelim ve özgürlüğümüzün sembolü olacak bir ağaç dikelim!” diye bağrışıyorlarmış.

Ve Korriganlar, coşkuyla göstermişler neşelerini. Kadın ve oğluna gelince, Korriganlar’ın verdiği evde sakin ve mutlu bir hayat geçirmişler. Bir daha da hiç bir eksikleri olmamış.


Çeviren: Cansu Portakaloğlu
Editör: Nuray Önoğlu
Breton masalı

Comments

Popular posts from this blog

BİR GÖZ, İKİ GÖZ, ÜÇ GÖZ ♫

İKİ KARDEŞ

GEYİK PRENS VE KIZ KARDEŞİ