KORKAK GEİRALD NASIL CEZALANDIRILDI?



Çok eskiden çok çocuklu ve fakir bir şövalye varmış ve çocuklarına yeterince yiyecek bulmakta zorlanıyormuş. Bir gün cesur ve dürüst bir genç olan en büyük oğlu Rosald’ı komşu kasabaya bir işi halletmesi için göndermiş. Rosald, burada Geirald adında genç bir adamla tanışıp arkadaş olmuş.

Geirald oğlu ile gurur duyan zengin bir adamın oğluymuş. Tüm yaşamı boyunca her istediğini yapmasına izin verilmiş. Ancak, babasının talihine bakın ki Geirald sağduyulu, makul ve tutumlu bir gençmiş. Pek çok zengin ve genç adamın yapabileceği gibi savurganlık etmezmiş. Bu aralar yabancı ülkelere gitmeye gönül koymuş. Rosald’la bir zaman konuştuktan sonra, yapacağı yolculukta kendisine eşlik edip edemeyeceğini sormuş ona.

Rosald bu soru üzerine başını üzüntüyle sallayarak “Ah, bunu ne kadar isterdim bilsen, fakat babam çok fakir, bu yüzden bana yolculuğa çıkmam için asla para veremez,” demiş. “Senin bütün derdin bu mu?” demiş Geirald, “Eğer bütün sorun buysa, sorun yok demektir. Babamın ne yapacağını bilemeyeceği kadar çok parası var ve ikimize de yetecek kadar para verecektir istediğimde. Ama senin bana söz vermen gereken bir husus var; o da bir macera yaşayacak olursak, o macera sonunda elde edeceğimiz onurun şeref ve zaferin benim haneme yazılması.” “Evet, tabiî ki bu adil bir anlaşma,” demiş Rosald.

Rosald, hiçbir konuda kendini öne sürmeyi adet edinmemiş bir gençmiş, o yüzden bu sözü kolaylıkla vermiş. “Ama büyüklerime söylemeden gidemem. Eminim onlarda bu imkanı tepmemi istemeyeceklerdir,” demiş Geirald’a ve izin alıp döneceğini söyleyerek ayrılmış.

Rosald, kasabada yapması gereken işleri bitirir bitirmez doğruca eve koşmuş. Annesi ve babası anlattıklarını duyunca çok sevinmişler. Babası ona uzun süredir kullanılmadığından pas tutmaya başlayan kılıcını vermiş. Annesi de deri yeleğini elden geçirip giysin diye hazırlamış. Annesi ayrıca Rosald’ı sıkı sıkı tembihlemiş, “Geirald’a verdiğin sözü tut, tamam mı? Her ne olursa olsun ona asla ihanet etme,” demiş.

Rosald neşe içinde ayrılmış evden ve iki dost ertesi gün yeni maceralara yelken açmış. Kendi ülkelerinde çok fazla sorun yokmuş. Onun için yasanın olmadığı, kaosun hakim olduğu komşu krallığa yönelmişler.

Fazla yol almadan silahlı eşkıyaların yolları üzerindeki ağaçların arkasında saklandığını fark etmişler. Zengin yolcuları soymak için yol kesen on iki soyguncuyla ilgili çeşitli söylentileri önceden de duymuşlar. Haydutlar, insandan çok vahşi yaratıklara benziyorlarmış. Dağın tepesindeki mağaralarda ve oyuklarda yaşıyorlarmış. Bu eşkıyalara “hankur” deniyormuş ve “Uzun Hankur” adı verilen liderlerinin dışındakilerin her biri mavi, gri, kırmızı gibi bir rengin adını taşıyormuş. Ay ışığında haydutların kılıçlarının parıltısını görünce iki genç adamın aklına bütün bunlar gelmiş.

“Bunlarla kavgaya tutuşmamız imkânsız. Onlar 12 kişi biz 2 kişiyiz,” demiş Geirald, “En iyisi geri gidip aşağıdaki yolu tutalım. Hayatımızı tehlikeye atmak aptallık olur.” “Ah, hayır geri dönemeyiz,” diye cevap vermiş Rosald. “dönersek, bir daha kimsenin yüzüne bakamayız! Ayrıca kendimizi göstermemiz için de bulunmaz bir fırsat bu. Atlarımızı buraya bağlayalım. Kayalıklara tırmanıp oradan üzerlerine kaya yuvarlayalım.” “Tamam deneyelim. Atlarımız elimizin altında nasıl olsa,” demiş Geirald. Sessizce ve dikkatle kayalara tırmanmışlar.

Soyguncular ise hazır vaziyette yere yatmış, kurbanlarının her an, az ileride ortaya çıkmasını bekliyormuş. Bunun yerine başlarından aşağı beklenmedik bir taş yağmuru inmiş ve yarısını öldürmüş. Diğerleri kayaya tırmanmışlar ama yukarı çıkanları bir bir kılıçtan geçirmiş Rosald. Sonunda liderleri Rosald’ı belinden kavrayıp kılıcını elinden düşürünce, ikili uçurumun kenarında kavgaya tutuşmuş. Rosald, Uzun Hankur’dan kısa olmasına rağmen, eşkıyanın kılıcını kaparak kalbine saplamış. Uzun Hankur'un parmağında, üzerinde kocaman, çok değerli bir taşın bulunduğu güzel bir yüzük varmış. Rosald yüzüğü çıkarmış ve kendi parmağına takmış.

Bu olay üzerine Gierald’ın namı ülkenin her tarafına yayılmış ve sık sık insanlar onları durdurup hankurları yenen yiğitleri ve bir kraldan çalındığı söylenen yüzüğü görmek istemişler. Geirald onlara olanları gururla anlatıyor, yüzüğü gösteriyor, övgülerini dinliyormuş ve hiç kimse de haydutları ortan kaldıranın başka biri olabileceğini aklına getirmiyormuş.

Birkaç gün içinde o krallığı terk etmişler ve bir başkasına doğru yola koyulmuşlar. Gittikleri yerde kışın geri kalanını geçireceklermiş, çünkü Geirald rahatlığı seviyor, kara kışta yol almak istemiyormuş. Ülkenin kralı kışı ülkesinde geçirmeleri iznini ancak o kadar methini duyduğu kahramanlıklarını kış bitmeden önce kendisi için tekrar ederlerse verebileceğini söylemiş. Rosald’ın içi rahatmış kralın isteği konusunda, Geirald ise Rosald yanında olduğu sürece her şeyin yolunda gideceğinden eminmiş. Böylece her ikisi de kralın önünde diz çökmüş ve kralın emretmesini, kendilerinin itaat edeceklerini söylemişler.

O zaman kral şöyle buyurmuş: “Krallığımın kuzeydoğu tarafında upuzun bir demir sopası olan bir dev yaşar; sopasını öyle hızlı kullanır ki karşısına elli şövalye çıksa baş edemez. Ülkemin en cesur ve güçlü adamları o sopayla can verdi. O haydutları öyle kolayca yenebildiğinize göre, bu devin hakkından geleceğinize inanmak için sebebim var, diye düşünüyorum. Üç gün içinde gitmeye hazır olun.”

Rosald “Kral hazretleri hazır olacağız,” demiş. Geirald suskunluğunu korumuş. Kalenin dışına çıkınca Gierald, “Elli şövalyeyi öldüren canavarla nasıl başa çıkarız?” diye bağırmış. “Kralın tek derdi bizden kurtulmak. Tek tesellimiz, önümüzdeki üç gün boyunca bizi bir daha düşünmeyecek olması, o yüzden rahatlıkla sınırı geçebilir ve paçamızı kurtarabiliriz,” demiş. Rosald “Devi öldüremeyebiliriz, fakat kaçmak korkaklığı bize yakışmaz. Hem düşün, eğer onu öldürürsek elde edeceğimiz itibarı bir düşün. Hangi silahı kullanacağımızı biliyorum. Benimle gel de bu işe halledelim,” diyerek onu bir dükkana sokmuş, ikisinin birlikte zar zor taşıyabildiği çok ağır bir demir parçası almış ve bir demirciye götürmüş. Demirciden bir ucun diken gibi sivri kalın bir sopa yapmasını istemiş. İstediği şekilde yapılan sopa hazır olduğunda, kolunun altına sıkıştırıp kaldıkları yere dönmüş.

İki genç üçüncü günün sabahı, iyice erkenden yola çıkmış ve dördüncü gün içinde, o daha uyanmadan devin mağarasına ulaşmışlar. Ayak seslerini duyan dev uyanmış ve kimin geldiğine bakmak için mağaranın girişinden başını çıkartmış. Böyle bir şeyi beklemekte olan Rosald, demir sopasını devin alnına öyle bir güçle indirmiş ki dev devrilip düşmüş. O tekrar ayağa kalkamadan, Rosald kılıcını çekip devin kafasını uçurmuş.

Rosald, Geirald’a dönmüş ve “Çok da zor olmadı gördüğün üzere,” demiş. Devin kellesini deri torbalarına koyarak kaleye doğru dönüş yolculuğuna başlamışlar.

Kale kapısına yaklaşırken Rosald devin kellesini torbadan çıkarmış ve peşinden kralın huzuruna çıktığı Geirald’a vermiş. O da “Dev artık başınıza dert olmayacaktır,” diyerek krala sunmuş. Kral Geirald’ı alnından öpmüş ve neşeyle, “Dünyadaki en cesur şövalyesin sen. Kutlarım. Rosald ve senin için bir ziyafet hazırlanacak ve bu başarınız tüm ülkeye duyurulacak,” diye haykırmış.

Geirald’ın göğsü gururla kabarmış, neredeyse devi kendisinin değil, Rosald’ın öldürdüğünü unutuyormuş.

Bu ziyafete çok güzel bir soylu kadın ile 24 refakatçisinin katılacağı fısıltısı dolaşıyormuş ortalıkta. Soylu kadın kendi ülkesinin kraliçesiymiş, fakat anne babası o küçükken öldüklerinden, amcası olan bu kral tarafından büyütülmüş. Savaş sanatları dahil her konuda çok iyi eğitim görmüş.

Artık ülkesini yönetecek kadar büyümüş, fakat tebaası bir kadının ülkeyi yönetmesinden hoşlanmıyormuş ve o nedenle kendisi adına işlerini yürütmesi için bir koca bulması gerektiği söyleniyormuş. Kraliçeye eş adayı olarak birbiri ardına prensler gösterilmiş, fakat genç kadın hiçbirini beğenmemiş. Danışmanları bulduklarının hiç birini beğenmediğine göre, en doğrusunun kendi kendisine bir eş bulması olduğunu söylemişler. Genç kadın bunun için amcasının yardımını istemiş.

İki genç adamın devi hakladıklarını duyunca, cesaretleri karşısında kalbi hayranlıkla dolmuş ve onurlarına ziyafet verilmesi halinde kendisinin de mutlaka katılacağını söylemiş.

Böylece ziyafet zamanı kraliçe de gelmiş. Ziyafet bitince, amcası krala bütün o haydutları ve devi öldüren kahramanın kendi adamlarından biriyle düello etmesine izin verip vermeyeceğini sormuş. Kral memnuniyetle onaylamış ve hazırlıkların yapılmasını emretmiş; büyük savaşçının ününe ün katmak için böyle bir şansı hevesle kabul edeceğini düşünüyormuş. Tabii ki Geirald’ın Rosald’ı hemen o gece gizlice kaleden ayrılmaları gerektiğine ikna etmek için elinden geleni yaptığını bilmiyormuş. “Çünkü,” demiş Geirald “kraliçenin adamım dediği sıradan biri değildir, işinin ehli bir şövalyedir.” Kendisi bu kadar genç ve tecrübesizken bir şövalye ile nasıl baş edebilirmiş? “Eğer başarırsak kazanacağımız onuru düşün,” demiş Geirald’a Rosald; fakat Geirald’ın hiçbir şeyi dinlemeye niyeti yokmuş. Sadece dünyanın bütün onurunu kazanmaktansa hayatta olmayı yeğleyeceğini tekrarlıyormuş. Kendisi gidecekmiş ve Rosald’ın da ona verdiği söz nedeniyle birlikte hareket etmeliymiş.Rosald bu sözleri duyunca üzülmüş ama Geirald’ı ikna etmeye çalışmanın beyhude olduğunu biliyormuş. O yüzden düşüncelerini bu onursuz kaçışı engelleyecek bir plan kurmaya yöneltmiş. Bir anda yüzü aydınlanmış, “Ne yapacağımızı biliyorum,” demiş, “kıyafetlerimizi değiştireceğiz. Ben dövüşeceğim, sen de şeref kazanacaksın. Hiç kimse asla bilmeyecek.” Geirald bu plana hemen razı olmuş.

Kraliçenin adamı, Geirald’ın düşündüğü gibi bir şövalye miymiş bilinmez, ama Rosald’ın işi hakikaten zormuş. Üç kere atlarının sendelemesine yol açacak şekilde çarpışmışlar; bir kez Rosald'ın rakibinin miğferini düşürmesine ramak kalmış ve karşılığında öyle bir darbe almış ki eyerinde sendelemiş. Bir biri, bir öteki zafer kazanacak gibi oldukça izleyicilerden tezahüratlar yükselmiş. Sonunda Rosald mızrağını rakibinin göğsünü koruyan zırha takmış ve onu geri geri geri çekilmeye zorlamış. Rakibi atından düşmüş. “Atsız! Atsız!” diye bağırmış izleyenler. Bunun üzerine Rosald’da atından inmiş ve rakibine ayağa kalkması için yardım etmiş.

Arkasından gelen karmaşa sırasında Rosald’ın gidip Geirald ile kıyafatlerini değiştirmesi hiç zor olmamış. Tozlu ve yırtılmış kılığı içinde Geirald kralın huzuruna çıkmış. Kral, “Senden beklediğimi yerine getirdin. Şimdi ödülünü seç,” demiş. Geirald’da “Efendim, beni yeğeninizle evlenmek şerefine layık görmenizi isterim,” demiş “Benimle evlenirse, ülkesini bütün düşmanlarına karşı savunurum.” Kral, yeğeninin kabul etmesi halinde talebi onaylayacağını belirtmiş ve “Daha iyi bir koca seçemez bence,” demiş.

Kraliçe dövüş sırasında orada değilmiş ama tam o sırada gelip amcasının sağına oturmuş. Kral da sağında oturan kraliçeye dönmüş ne cevap vereceğini görmek üzere. Kraliçenin zekası da gözleri de çok keskinmiş. Karşısında duran bu adam boylu poslu ve yakışıklı olmasına boylu poslu ve yakışıklıymış, ama düelloyu yapan adamdan kimi ufak tefek bakımlardan ve özellikle bir bakımdan farklıymış. Bunu nasıl becerdiklerini anlayamamış ama asıl galibin o olmadığını tahmin ediyormuş ve dövüşü kazanan kişinin ödülünü bir başkasına vermeye gönüllü olmasını daha da tuhaf bulmuş. İçinden bir ses dikkatli olmasını söylüyormuş. O yüzden şöyle cevap vermiş: “Amca sen tatmin olmuş olabilirsin fakat ben olmadım. Bir kanıta daha ihtiyacım var. Bırakalım bu iki adam birbiriyle vuruşsun. Benim evleneceğim adam soyguncuları ve devi öldüren, benim adamımı yenen savaşçı olmalı.” Bunu duyunca Geirald’ın benzi atmış ama Rosald’ın kendisine verdiği söze sonuna kadar sadık kalacağına inanıyormuş . Fakat acaba Rosald Kral’ın, maiyetinin ve özellikle kendisinden şüphelendiği anlaşılan genç kraliçenin dikkatli gözlerini aldatmayı başarabilecek miymiş?

Düello başlamış ve Geirald’ın korkularına rağmen Rosald onu yenmemek ve yenilmek için elinden geleni yapmış; uzun süre büyük bir direnme gösterisi yaptıktan sonra yere serilmiş. Yerde yatarken yalnızca zaferden ve kazanmanın onurundan değil, çok daha değerli olan kraliçeyle evlenme hakkından da vazgeçtiğini biliyormuş. Geirald ise onun yaralanıp yaralanmadığına bile bakmadan hemen kraliyet mensuplarının oturduğu yere gitmiş ve artık kendisinin olan ödülü talep etmiş.

İzleyenler kraliçenin eğilip düellonun galibine bir armağan vermesini bekleyerek o yana dönmüşler. Fakat o herkesi şaşırtan bir şekilde zarafetle gülümsemiş ve son bir sınavının daha olduğunu, ancak o zaman evlenmeyi kabul edeceğini söylemiş. Son karşılaşmalar ertesi gün saat 10’da yapılacak, hem Geirald hem de Rosald aynı anda kralın emrindeki iki şövalye ile dövüşecek ve rakibini atından düşürmeyi başaran ilk kişi kocası ve ülkesinin kralı olmayı hak edecekmiş.

Geirald bütün gece odasında volta atmış ve var kuvvetiyle, girmeye cesaretinin olmadığı bu kavgadan kaçmanın bir yolunu bulmaya çalışmış. Bütün gece huzursuzca kapıyla pencere arasında gidip gelmiş ve trampetler çalınıp savaşçılar sahaya çıktığında, bir tek o ortalarda yokmuş. Kral ne olduğuna baksınlar diye adamlarını yollamış ve gidenler onu yatağının altında korkudan titrerken bulmuşlar. Bunun üzerine başka kanıta gerek kalmamış. Kraliçe artık emin olduğunu ve Rosald’ı kocası olarak seçtiğini açıklamış.

Yalnız kaldıklarında Rosald’a “Bir şeyi unutmuştun,” demiş, “seni parmağındaki yüzükten tanıdım. O yüzüğü Uzun Hankur babamdan çalmıştı. Senin sağ elinin parmağındaydı yüzük, o yüzden haydutları Geirald’ın değil senin hakladığını  anladım. Adamım diye düello ettiğin kişi bendim, o zaman da yüzük parmağındaydı ama Geirald benimle evlenmek talebiyle yanımıza geldiğinde onun parmağında yüzük yoktu. O yüzden ikiniz arasında bir düello daha istedim. Gerçi, senin sözüne sadakatin planımın başarılı olmasına engel oldu ve başka bir plan yapmak zorunda kaldım. Her ne pahasına olursa olsun verdiği sözü tutan bir adama güvenirim. Onun için seni seçtim; hem kendim hem halkım için.”

Böylece evlenmişler ve kendi krallıklarına dönerek ülkelerini başarıyla ve mutluluk içinde yönetmişler. Yıllar sonra sarayın kapısını bir dilenci çalmış ve geçmiş günlerin hatırına para istemiş. O dilenci Geirald’dan başkası değilmiş.


Çeviren: Efsun Göztoklusu
Editör: Nuray Önoğlu
İzlanda Masalı
Görsel: Eugene Delacroix



Comments

Popular posts from this blog

BİR GÖZ, İKİ GÖZ, ÜÇ GÖZ ♫

İKİ KARDEŞ

GEYİK PRENS VE KIZ KARDEŞİ