BUDALA ♫



Bir varmış bir yokmuş, babasından yüklü bir miras kalan, fakat bu mirası hazıra dağlar dayanmaz demeden gününü gün ederek son kuruşuna kadar har vurup harman savuran budala mı budala bir adam varmış. Bu adam ancak iş işten geçtikten sonra durumun farkına varmış da pişmanlıkla yere çöküp başını iki elinin arasına almış ve içine düştüğü talihsiz durumdan yakınmaya başlamış. Babasının dostlarından bu yakınışı duyanlar onu teselli etmek için başına toplanmış. İçlerinden yaşlı bir bilge ona şöyle akıl vermiş:“Ah be evladım, bak cömert talihini nasıl da gücendirip kaçırdın. Kalkıp bir an önce onun peşine düşsen çok iyi olur doğrusu; belki yetişip kendini affettirir, böylelikle eski gönencine yeniden kavuşursun.”

Bu sözler üzerine adam derhâl kalkmış ve talihini bulmak için yola düşmüş; kâh dağlara tırmanarak, kâh ırmaklar geçerek, kâh ovalar aşarak fellik fellik talihini aramış. Bir gece rüyasında, talihini yüksek bir dağın tepesinde kendine benzer bir insan suretinde iç çekip yakınan biri olarak görmüş. Ertesi sabah uyanır uyanmaz derhâl kalkmış ve rüyasında gördüğü dağa varmak için yola koyulmuş. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, giderken yol kenarındaki bir höyüğün üzerinde yatan hasta bir aslana rastlamış. Kendisine korkarak bakan adama “Ne korkarsın ey insanoğlu, durma yaklaş," diye seslenmiş aslan ve adam yaklaşınca da “Yolculuk nereye böyle?” diye sormuş ona. “Yitirdiğim talihimin peşine düştüm, onu arıyorum,” demiş adam. "Ne âlâ!" demiş aslan, “Seni böyle peşinden sürüklediğine göre talihin pek akıllı olmalı; onu bulunca benim derdimi de bir anlatır, akıl danışır mısın, belli mi olur, belki bilir; onmaz hastalığımın ilacı nedir, sorar mısın? Öyle bir illete tutuldum ki yedi senedir şuradan şuraya adım atmaya takatim yok. Derdime derman bulursan seni seve seve mükâfatlandırırım.” “Hay hay,” demiş Adam ve yoluna devam etmiş.

Çok geçmeden envai meyveyle dolu, güzel mi güzel bir bahçeye varmış. Açlığını gidermek için dallardan birkaç meyve koparıp yemeye başlamış, ama ne olsa beğenirsiniz? Meyvelerin hepsi birbirinden acı çıkmış! Adamın feryadı üzerine bahçıvan çıkıp gelmiş ve adama ne yaptığını, nereden gelip nereye gittiğini sormuş. “Talihimin peşine düştüm, onu arıyorum,” diye yinelemiş adam. “Talihini bulursan, lütfen sorar mısın ona, meyve bahçemi nasıl kurtarırım?” demiş bahçıvan. “Ağaçları aşıladıysam da fayda etmedi. Yaşlı ağaçları kesip yerine yenilerini diktiysem de bir işe yaramadı. Eğer talihin buna bir çözüm bulursa mükâfatını eksik etmem.” Adam bunu da talihine danışacağına söz verip oradan ayrılmış.

Yine düşmüş yollara. Bir zaman sonra, cennet bahçesi kadar güzel bir bahçe içinde, tek sakini güzeller güzeli bir genç kız olan muhteşem bir saraya varmış. Genç kız adamı görünce, "Sen de kimsin?" diye sormuş, “Burada ne arıyorsun?” “Talihimi,” demiş adam ve başından geçenleri anlatmış. “Görüyorsun ya,” demiş Genç Kız, “bu görkemli sarayda büyük bir zenginlik içinde yaşıyorum, ama içimde gece gündüz dinmek nedir bilmeyen bir keder var, burada günlerimi her an iç çekerek geçiriyorum. Lütfen talihine benim için de bir danış, eğer beni mutlu edecek bir çözümle dönersen seni mükâfatsız bırakmam.” Adam bunu da talihine danışacağına söz verip oradan ayrılmış.

Yine koyulmuş yola ve talihinin kaçıp gittiği dağa varıncaya kadar durup dinlenmeden yol almış. Dağın tepesine çıkıp da talihini orada bulunca, perişan hâlini ona anlatarak içini dökmüş. Talihi onu dikkatle dinledikten sonra demiş ki: “Ta buraya kadar beni aramaya geldiysen umut var demektir, her şey elbet yoluna girebilir.” Nihayet rahat bir nefes alan Adam, yolda karşılaştığı kişilere söz verdiği üzere, onların sorunları hakkında da danışmış talihine ve hepsine ayrı ayrı cevap almış. "Artık benimle gelirsin, değil mi?" diye sormuş Adam."Sen önden git," demiş Talih, "ben senin ardından gelirim."

Adam geldiği yoldan geri dönmeye başlamış. Dönüş yolunda ilk önce saraydaki genç kızla karşılaşmış ve ona şöyle demiş: “Kederin dağılacak ve sevdiğin bir genç adamla evlenip mutlu bir yuva kuracaksın.”

Sonra Bahçıvan’a rastlamış ve ona şöyle demiş: “Bahçeyi suladığın suyun kaynağında bir altın cevheri var. Bahçedeki ağaçlar meyvelerin acı olmasına neden olan zerreleri de suyla birlikte emiyor. Ya bahçeni başka bir kaynak suyuyla sulamalı ya da mevcut kaynaktan o cevheri çıkarmalısın; böylelikle meyveler kendiliğinden tatlanacaktır.”

Son olarak Aslan ile karşılamış ve talihine nasıl kavuştuğunu ve bu sayede Genç Kız ile Bahçıvan’a nasıl yardımcı olduğunu anlatmış ona. “Peki o kız sana ne hediye verdi?” diye sormuş Aslan. "O mu, gönlünü bana kaptırdığını söyleyip evlenmemizi istedi,” diye yanıtlamış Adam, “ama ben onun bu teklifini kabul etmedim." “Peki Bahçıvan seni nasıl mükâfatlandırdı?” diye sormuş Aslan. “Kaynaktan altın cevherini çıkardı,” diye yanıtlamış Adam, “ve onu işleyerek bana ağırlığımca altın vermek istedi, ama ben yolda yük olmasın diye onca ağırlığı taşıyamayacağımı söyleyerek bunu da reddettim.”“Peki talihin benim hastalığım için ne gibi bir çare önerdi?” diye sormuş Aslan. “Senin derdinin dermanı hepsinin en kolayıymış;” diye yanıtlamış adam, “şaşkın şaşkın gezen bir av yakalayıp kafasını yersen çabucak iyileşirmişsin.” Aslan hayretle, dik dik adamın yüzüne bakarak, “Vay canına! Şahsen dünyada senden daha şaşkın gezen bir budala tanımadım,” dedikten sonra pençesiyle onun boynunu kavrayıvermiş. Akılsız başından da olan budala oracıkta ölmüş.

Kıssadan hisse: Zaman asla budalaya yâr olmaz.

Derleyen: A. G. Seklemian
Çeviren: Onur Özgüner
Editör: Nuray Önoğlu
Ermeni Masalı
Dinlemek için: https://soundcloud.com/user-408275402/budala-derleyen-a-g-seklemian


Comments

Popular posts from this blog

BİR GÖZ, İKİ GÖZ, ÜÇ GÖZ ♫

İKİ KARDEŞ

GEYİK PRENS VE KIZ KARDEŞİ