ALTIN ASLAN
Böylece baba oğlu için çok güzel bir gemi yaptırmış ve genç adam bu gemiyle denize açılmış. Birkaç hafta sonra gemi büyük bir kasaba yakınlarında demirlemiş ve tüccarın oğlu sahile inmiş.
Gördüğü ilk şey, üstünde “Kralın kızını sekiz gün içinde bulmayı başaran her kim olursa onunla evlenmeye hak kazanır, eğer başaramazsa da karşılığında ceza olarak kafası vurulur!” yazan kocaman bir ilanmış.
Genç adam düşünmüş, “Aslında bu çok da zor bir iş olmasa gerek,” diye geçirmiş içinden ve kralın adamlarından birine prensesi aramak istediğini söylemiş.
Kral bu isteğe “Elbette,sarayın tamamı araman için sana açık; ama unutma, başaramazsan karşılığını kellenle ödersin.” diyerek karşılık vermiş ve kapıların açılmasını ve prensesi aramaya başlamadan önce genç adamın yiyip içebilmesi için bir sofra hazırlanmasını emretmiş. Gelin görün ki her köşeye, her dolaba, her sandığa bakmasına rağmen, genç adam prensesi hiçbir yerde bulamamış; sekiz gün uğraştıktan sonra pes etmiş ve kellesi uçurulmuş.
Tüm bu zaman zarfında babası ve erkek kardeşleri ondan hiç haber alamamışlar ve çok endişelenmişler. Sonunda ikinci büyük oğul daha fazla dayanamamış ve babasına “Sevgili babacığım, yalvarırım bana büyük bir gemi ve biraz para ver ve gidip ağabeyimi arayayım,” demiş.
Böylece başka bir gemi ayarlanmış, genç adam denize açılmış ve rüzgâr onu kardeşinin indiği limana götürmüş. Kardeşinin limanda demirlemiş gemisini görünce kalbi hızla atmaya başlamış ve kendi kendine “Ağabeyim çok uzağa gitmiş olamaz,” diye düşünerek, hemen bir kayıkla karaya çıkmış.
İskeleye adımını atar atmaz prensesle ilgili ilana gözü takılmış ve kendi kendine “Ağabeyim herhalde prensesi bulmak için başvurmuş ve muhtemelen bulamayıp kellesini kaybetmiş. Bana düşen gidip prensesin yanı sıra ağabeyimi aramak. Bu o kadar da zor bir iş olmasa gerek,“ diye düşünmüş. Ama ağabeyinden daha başarılı olamamış ve sekiz günün sonunda onun da kellesi uçurulmuş.
Sonunda evde yalnızca en küçük oğul kalmış ve iki ağabeyi de geri dönmeyince, o da kayıp kardeşlerini aramak için kendisine bir gemi verilmesini istemiş. Gemi denize açıldığında kuvvetli bir rüzgâr çıkmış ve onu ilanın bulunduğu limana doğru sürüklemiş.
“Ohooo,” demiş ilanı görünce, içinden “kralın kızını kim bulursa onunla evlenecekmiş. Ağabeylerime ne olduğu çok açık. Herhalde prensesi bulmak için başvurmuş ve muhtemelen bulamayıp kellelerini kaybetmişlerdir. Buna rağmen bana düşen gidip prensesin yanı sıra ağabeylerimi aramak, ben de şansımı deneyeceğim,” diye düşünmüş ve sarayın yolunu tutmuş.
Yolda yaşlı bir kadınla karşılaşmış, kadın onu durdurmuş ve yardım dilenmiş. “Beni rahat bırak,” demiş genç adam. “Beni boş çevirme, sen çok yakışıklı bir delikanlısın ve kesinlikle yaşlı bir kadına birkaç kuruş vermeyi reddetmezsin,” demiş yaşlı dilenci. “Sana söyledim, ihtiyar, beni rahat bırak,” demiş delikanlı. “Başın dertte öyle değil mi?” diye sormuş kadın. “Bana ne olduğunu anlat, belki sana yardım edebilirim.” Genç adam ona kralın kızını bulmaya nasıl baş koyduğunu anlatmış. “Yeterli altının varsa, bunu senin için kolaylıkla gerçekleştirebilirim,” demiş yaşlı dilenci. “Tabii ki yeterince altınım var,” cevabını vermiş genç adam. “Pekâlâ, o altınları bir sarrafa götür ve senin için kristalden gözleri olan; içinde bu gözleri hareket ettirecek bir düzeneği bulunan, içinde sığabileceğin bir boşluğu olan altından bir aslana dönüştürmesini iste. Hazır olduğunda da al bana getir.”
Genç adam kendisine söyleneni yapmış ve aslan hazır olduğunda yaşlı kadın genci altın aslanın içine saklamış, aslanı da doğruca görmesi için krala götürmüş. Kral aslanı gördüğünde çok memnun olmuş ve onu satın almak istemiş. Ama yaşlı kadın, “Bu aslan bana ait değil efendimiz ve sahibi ne kadar para verilirse verilsin ondan ayrılmak istemeyecektir,” demiş. “Hiç olmazsa birkaç gün onu bana bırak,” demiş kral “Kızımın da bu aslanı görmesini istiyorum.” “Bakın bunu yapabilirim,” diye cevap vermiş yaşlı kadın; “Ama yarın onu geri almalıyım.” Sonra da saraydan ayrılmış.
Kral gözden kaybolana kadar yaşlı kadını izlemiş; çünkü kendisini izlemesini, yapacaklarını görmesini istemiyormuş. Daha sonra altın aslanı odasına götürmüş, yerdeki bir iki gevşek döşemeyi kaldırmış. Döşemenin altında, bir kapıya uzanan bir merdiven varmış. Kral kapının kilidini açmış ve başka bir kapıya uzanan dar bir geçitten geçmiş ve bu kapıyı da açmış. Altın aslanın içine saklanan genç adam gördüğü her şeyi hafızasına kaydetmiş ve tam yedi kapı saymış. Bütün kapıları ardından kilitledikten sonra kral prensesin 11 arkadaşıyla birlikte eğlendiği hoş bir salona girmiş. 12 kızın tamamı aynı kıyafetleri giyiyorlarmış ve hepsi birbirine bir elmanın iki yarısı kadar benziyorlarmış! “Şansa bak,” diye düşünmüş genç adam, “buraya kadar olan yolu bulabilsem bile, hangisinin prenses olduğunu nasıl bulacağım?” Dikkat kesilip izlemeye devam edince, prensesin ellerini sevinçle çırparak onlara doğru koştuğunu görmüş. “Oh babacığım, bu enfes yaratığın bu gece burada kalmasına izin verin, bizim için harika bir oyuncak olur,” demiş prenses.
Kral çok fazla kalmamış ve giderken altın aslanı genç kızların yanında bırakmış. Onlar da aslanla bir süre eğlenmişler, ta ki uykuları gelip yatma zamanı olduğunu düşünene kadar. Prenses ise aslanı kendi odasına almış ve onu yere koymuş. Tam uykuya dalmak üzereymiş ki çok yakınından gelen “Ah güzel prenses, sizi bulmak için nelere katlanmam gerekti bir bilseydiniz!” diyen bir ses duymuş ve yerinden fırlamış, “Aslan, aslan” diye bağırmış ama arkadaşları rüya gördüğünü düşünerek yataklarından kalkmak zahmetine bile girmemişler. “Ah sevgili prensesim,” demiş ses, “korkmayın! Ben zengin bir tüccarın oğluyum ve karım olmanızı dünyadaki her şeyden çok istiyorum. Ve sizi bulabilmek için bu altın aslanın içine saklandım.” “Yerimi bulmuş olmanın ne anlamı var ki?” diye sormuş prenses. “Eğer on iki kızdan hangisinin ben olduğumu bulamazsan kelleni yine kaybedeceksin.” “Bana yardım etmenizi bekliyorum,” demiş genç adam. “Ben sizin için çok fazla şey yaptım, siz de benim için bir şey olsun yapabilirsiniz.” Bunun üzerine Prenses ona demiş ki, “O zaman beni dinle. Sekizinci gün belime beyaz bir kuşak bağlayacağım ve bu şekilde sen beni tanıyabileceksin.”
Ertesi sabah kral çok erken bir saatte aslanı almak için uğramış, çünkü yaşlı kadın onu geri almak için çoktan saraya gelmiş bile. Saraydan uzaklaşıp gözden ırak bir yere gelince genç adamı dışarıya çıkarmış. Delikanlı hemen geriye, saraya dönmüş, kralın huzuruna çıkmış ve prensesi bulmak istediğini söylemiş. “Çok güzel,” demiş kral. Sürekli aynı cümleleri tekrarlamaktan sıkılmış bir şekilde eklemiş, “ama biliyorsun değil mi, eğer onu bulamazsan, kelleni kaybedersin?”
Böylece genç adam sakin bir şekilde sarayda kalmış, güzel yemekler yemiş, etrafındaki güzel eşyaları incelemiş, ara sıra da her dolabı, her köşeyi araştırarak prensesi aramakla meşgul gibi görünmüş. Sekizinci gün kralın oturduğu odaya girmiş. “Bu odanın döşemelerini kaldırıp altına bakmak istiyorum,” demiş. Kral itiraz etmiş “Neden döşemeyi kaldırmak istiyorsun? Orada hiçbir şey yok!” demiş. Ama maiyetindeki herkes onu izlediği için daha fazla itiraz etmemiş ve genç adamın dilediği gibi döşemenin kaldırılmasını emretmiş. Merdivenler ortaya çıkmış. Genç adam kapıya ulaşana kadar merdivenlerden inmiş; kapıya varınca arkasını dönüp anahtarları istemiş. Böylece kral kapıyı açmak zorunda kalmış; ardından sonraki kapıyı, onun ardından bir sonrakini ve bir sonrakini açmış, ta ki yedi kapı da açılana kadar.
Sonunda 12 genç kızın sıraya dizilmiş bir şekilde ayakta durdukları salona girmişler. Bu şekilde kimse onları birbirinden ayırt edemezmiş. Fakat sonra genç adam içlerinden birinin, cebinden sessizce beyaz bir kuşak çıkardığını ve beline bağladığını görmüş, ona doğru koşarak “İşte prenses o ve söz verdiğiniz gibi bizi evlendirmenizi talep ediyorum,” demiş. Kral da yenildiğini kabul etmiş ve düğün töreninin düzenlenmesi emri vermiş. Düğün ve eğlenceler yedi gün yedi gece sürmüş. Davetliler gönüllerince yiyip içmiş ve eğlenmişler.
Sekizinci gün yeni evli çift krala veda etmiş ve yanlarına bir gemi dolusu hazine ve prensesin çeyizini de alarak genç adamın memleketine doğru yelken açmışlar. Ama onlara bu mutluluğu armağan eden yaşlı kadını unutmamışlar. Hayatının sonuna kadar rahat etmesine yeterli parayı vermeyi ihmal etmemişler.
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine...
Çeviren: Münevver Temel
Editör: Nuray Önoğlu
İtalyan masalı
Comments
Post a Comment