İLK ARP ♫
Sizin de benim de hatırlayamayacağımız kadar eski bir zamanda, bir adamla karısı şuradaki tepelerin arkasında yaşıyorlarmış. Gençken mutluymuşlar, ama artık yaşlanmış ve huysuzlaşmışlar. Talihsizlikler art arda gelmiş ve her talihsizlik onları birbirlerine karşı biraz daha tahammülsüz kılmış. Öyle aksiymişler ki, artık ne birlikte bir şey yapıyor ne de beraber iyi vakit geçirebiliyorlarmış. Giysileri eski püsküymüş, üzerlerinden dökülüyormuş. En iyi giysilerini kuşanıp birlikte eğlenmeye giden insanlara şaşırarak bakıyor, bayramların gelip geçtiğinin bile farkında olmuyorlarmış. Cadılar Bayramı geldiğinde elmalarını birbirleriyle paylaşmıyor, Mikhail Yortusu’nda[1] birlikte yiyebilmek için kaz pişirmiyorlar, Bahar Bayramı’nda ellerinde çiçeklerle kapı kapı dolaşan çocukları hayretle izliyorlarmış.
Eğer keçiler ahırdan kaçmışsa
ve akşam yemeği için süt sağılmamışsa, kadın kocasını suçluyor ve “Bu akşam
kuru ekmek yiyeceksek, kocam işleri ihmal ettiğindendir,” diye söyleniyormuş. Ya
da kadın pazarda sattığı ürünlerden kazandığı paradan eve üç kuruş eksik
getirse, adam gün boyu bunu onun başına kakıp duruyormuş. Böyle zamanlarda,
ikisi de evde oturup öteki yüzünden çektikleri dertleri düşünürlermiş. Birlikte
mutlu oldukları günlerde, böyle şeyleri hiç dert etmezlermiş aslında. Ama şimdi
artık birbirlerinden memnun değillermiş ya, akıllarına öteki yüzünden
çektiklerinden başka şey gelmiyormuş. Bir gece, ocağında ateş yanmayan soğuk evlerinde
otururken geçmişte birlikte geçirdikleri rahat ve güzel günleri akıllarından
geçirmişler. Ne var ki, her biri anılarında ötekini suçlayacak bir şeyler bulmuş. Gece yataklarında yan yana yattıklarında, ikisinin
de aklında diğerini terk ederek ona bir ders vermek varmış. Sabah olduğunda, birbirlerinden
habersiz ocaktaki soğuk külleri yoklamış ve sonra evden çıkıp uzaklara gitmişler.
Yürürken yürürken kendilerini
sahilde bulmuşlar. Adam karısının arkasından geldiğini bilmiyormuş. Karısı da adamın
önünde yürüdüğünün farkında değilmiş. O gün adamın başına gelenler aynen şunlar
olmuş: Adam karşısında göz alabildiğine uzanan sapsarı kumsalı görmüş; üzerinde
kumun tekdüzeliğini bozan bir tek kaya bile yokmuş. Büyük ve beyaz bulutların gökyüzünde nasıl
akıp gittiğini görmüş; altlarında kanatlarını açmış uçan tek bir martı bile yokmuş.
Dalgalar da yokmuş görünürlerde, çünkü okyanusun git zamanıymış, sular
çekilmiş. Adamda ilerleme arzusu yaratacak hiçbir işaret yokmuş sahilde, ama o
yine de yürümeye devam etmiş. Sonra uzaktan gelen bir ses işitmiş ve sesin geldiği
yöne doğru ilerlemiş. Uzun, güçlü, uğuldayan bir sesmiş bu. Ardından yumuşak,
iç çeken, derin bir sese dönüşmüş. Bu yükselen ve alçalan seslerin arasında
başka sesler duyulmuş sonra: mırıldanan, fısıldayan, kimi zaman neşeli kimi
zaman hüzünlü sesler. Adam yürümeye devam etmiş ve sonunda seslerin geldiği
yere ulaşmış. Ulaşmış ve bir de bakmış
ki ne görsün! Kocaman bir balina, devasa cüssesiyle kumların üzerine öylece
serilmiş, yatıyormuş sahilde. Ne var ki balinadan geriye yalnızca kemikleri
kalmış. Eti zamanla çürüyüp yok olmuş, arkasında dev bir iskelet bırakmış.
Rüzgar estikçe hayvanın kaburgalarının arasından geçiyor, iskeletin içindeki nehir
yosunlarını andıran hafif kemikleri titretiyormuş. Böylece bütün o sesler hiç
kesilmeden devam ediyormuş: uğultular, mırıltılar, fısıltılar, iç çekmeler...
Adam öylece durup bu müziği dinlerken bütün dertlerini unutuvermiş. Derken
balinanın öte tarafında dikilmiş duran karısını görmüş. O da durmuş, büyülenmiş
gibi rüzgarın balinanın kemikleri arasından geçerken çıkardığı bu inip çıkan,
yükselip alçalan, neşelenip hüzünlenen sesleri dinliyormuş.
Tanık oldukları bu
mucizeyi konuşarak birlikte eve dönmüşler. Akşam yemeğine oturduklarında hâlâ
balinayı konuşuyorlarmış. Sonra bütün işleri yine beraberce halletmişler ve
hala duyuyormuşçasına o seslere kulak kabartmışlar. Bir gece, adam çam
ağacından bir çerçeve yontmuş, içine gevşekçe bağladığı sicimler yerleştirmiş
ve çerçeveyi evin girişine asıp bırakmış. Rüzgâr sicimlere vurdukça hafif bir
müzik duyulmaya başlanmış. Sonra bir gece bir rüya görmüş adam. Rüyasında
çerçevenin üzerine küçük tahta parçacıkları çakıyor ve bu da müziği iyice
güçlendiriyormuş. Uyandığında çerçeveye iki ahşap eşik eklemiş, gerçekten de sicimlerden
çıkan ses daha da derinleşmiş.
Derken komşular birer
birer gelip müziği dinlemeye başlamışlar; adamı bu harika keşfinden dolayı
tebrik etmişler; varlıklı komşular yaşlı çifte hediyeler getirmişler. Bu kadar
ilginin üzerine adam yeni bir çerçeve yapmış ve bu sefer sicimleri çerçevenin
üzerine iyice gererek yerleştirmiş. Parmaklarıyla sicimlere dokunarak sesler
çıkarmaya başlamış: daha güçlü ve insanın içine işleyen sesler.
Derken adam karısını da
yanına almış ve köy köy dolaşıp bu aleti çalmaya başlamış. Kral bile çalgıcının
ve müzik aletinin methini duymuş ve sonunda adamı huzurunda çalmaya davet etmiş.
Müzik ona o kadar iyi gelmiş ki, Kral’da ne hastalık kalmış ne de uykusuzluk. Sarayda
kalsınlar diye onları altınlara, hediyelere boğmuş. Böylece, adamla karısı hep
mutlu yaşamışlar, kendilerinden ve birbirlerinden bir daha şikayetleri olmamış.
Adamın keşfettiği müzik
aletine Arp adı verilmiş. Adamın kendisi de İrlanda’nın ilk arpçısı olan Cendfind’in ta kendisiymiş.
Çeviren: Meltem Gürle
Editör: Nuray Önoğlu
İrlanda masalı
Arp müziği dinlemek isteyenler için: https://www.youtube.com/watch?v=btvqgvqX2Lo
Masalı dinlemek için: https://soundcloud.com/serdar-kula/lk-arp-serdar-kula/s-n25uRvGsqgN
Masalı dinlemek için: https://soundcloud.com/serdar-kula/lk-arp-serdar-kula/s-n25uRvGsqgN
Merhaba, emeklerinize sağlık harika bir hikaye. Biz de masalları okuyabilir miyiz?
ReplyDeleteTeşekkürler. Emeğinize sağlık.
ReplyDeleteBenim ezgilerimde dolaşacak güzel bir hikaye bıraktığınız ve ilham dolu olduğunuz için teşekkür ederiz Meltem hocam
ReplyDelete