SU VE TUZ ♫


Bir zamanlar üç kızı olan bir kral varmış. Bu üç kızıyla bir gün masa başında otururlarken, babaları demiş ki: “Şimdi gelin bakalım, üçünüzden hanginiz beni en çok seviyor görelim.” En büyüğü demiş ki: “Baba, ben seni gözlerim kadar seviyorum.” İkincisi cevap vermiş: “Ben seni kalbim kadar seviyorum.” En gençleri demiş ki: “Babacığım ben seni su ve tuz kadar seviyorum.” Kral bu cevabı şaşkınlıkla dinlemiş ve öfkeyle haykırmış: “Bana tuz ve su kadar mı değer veriyorsun? Çabuk! Cellatları çağırın, çünkü derhal başını vurduracağım onun.” Cellatlar gelince de, “Alın bunu, götürüp öldürün; kanıt olarak da bana kanlı giysileriyle bu sözleri eden dilini getirmeyi unutmayın,” demiş.

Diğer kız kardeşler bu duruma çok üzülmüşler, cellatlara özel olarak bir küçük köpek vermişler ve köpeği öldürmelerini, küçük kız kardeşin giysilerini parçalamalarını, fakat kız kardeşlerini öldürmeyip bir mağaraya bırakmalarını söylemişler. Cellatlar denilenleri yapmışlar ve krala köpeğin dilini ve prensesin yırtık elbiselerini getirmişler: “Yüce Majesteleri, işte kızınızın dili ve giysileri,” demişler. Majesteleri onları ödüllendirmiş.

Talihsiz prenses ormanda dolaşırken, bir büyücü onu bulmuş. Büyücü, prensesi, kraliyet sarayının karşısında bulunan kendi evine götürmüş. Burada başka bir kralın oğlu prensesi görmüş ve ona deliler gibi aşık olmuş. Çok geçmeden evlenmeye karar vermişler. Sonra büyücü gelmiş ve (prensese) şöyle demiş: “Düğünden bir gün önce beni öldürmelisiniz. Bedenimi dörde bölmeli ve her bir parçasını dört odanın her birine koymalısınız. Kanımı da bütün odalara ve merdivenlere serpmelisiniz.  Ayrıca düğününüze başta baban olmak üzere üç kralı ve bütün önemli kimseleri davet etmelisiniz. Baban dışındaki tüm misafirlere su ve tuz servis etmeleri için hizmetçilere emir verin. Babana ise tuzsuz pişirilmiş yemekler servis etmelerini ve kesinlikle yemek sırasında su vermemelerini söyle.” 

Şimdi yaptığından çok pişman olan, yaşadığı sürece kızını özleyen, ona duyduğu sevgi git gide artan ve kederden hasta olan babasına dönelim. Daveti aldığında şöyle demiş: “İyi ama ben kızıma duyduğum bu sevgiyle, bu hasretle nasıl düğünlere katılabilirim?” Ve gitmemeye karar vermiş. Sonra şöyle düşünmüş: “Ama eğer gitmezsem prensin babası olan kral gücenecek ve bana savaş açacak.” Bu düşünceyle daveti kabul etmiş ve düğüne gitmiş.

Düğünden bir gün önce, prens ve prenses büyücüyü öldürmüş; bedenini dörde bölmüş ve her bir parçasını dört odanın her birine koymuşlar. Büyücünün kanını bütün odalara ve merdivenlere serpmişler: Büyücünün bedeni ve kanı altına ve değerli taşlara dönüşmüş. Evin altından merdivenleri, değerli taşlarla süslü görkemli eşyaları ve genç çiftin büyük bir zenginliği varmış artık.

Düğün günü üç kral gelmiş ve altın merdivenleri görünce, basmaya kıyamamışlar. "Aldırmayın, basın," demiş prens, "hadi gelin, yukarı çıkın, altındanmış merdiven, ne önemi var!"O akşam prens ve prenses evlenmişler. 

Ertesi gün büyük bir ziyafet vermişler. Prens hizmetkârları sıkı sıkıya tembih etmiş “Prensesin babası olan o krala, ne kadar isterse istesin, kesinlikle tuz ve su servis etmeyeceksiniz.” Masaya oturmuşlar. Genç kraliçe babasının yanında oturuyormuş ama elbette babası onu tanımamış. Kraliçe babasının yemek yemediğini görünce, “Yüce Majesteleri, neden bir şey yemiyorsunuz? Yoksa yemeklerimiz sizi hoşnut etmedi mi?” diye sormuş. “Olur mu öyle şey!” demiş Kral, “Yemekler enfes.” “O halde neden yemiyorsunuz?” diye üstelemiş prenses. “Kendimi iyi hissetmiyorum da ondan,” demiş Kral. Gelin ve damat yemesi için ona biraz et kesip servis etmişler, ancak kral istememiş ve ağzındaki lokmayı bir keçi gibi tekrar tekrar çiğneyip ağzında dolandırıp durmuş (sanki tuz ve su olmadan yiyebilirmiş gibi!).

Yemeyi bitirdikten sonra konuklar çeşitli hikâyeler anlatmaya başlamışlar. Sıra kendisine gelince, prensesin babası olan kral onlara kızından bahsetmiş. Prenses, krala "Kızınızı şimdi görecek olsanız, onu tanıyabilir misiniz?" diye sormuş. "Elbette tanırım, nasıl tanımam sevgili kızımı!" demiş kral, "ama onun ölüm emrini kendi ağzımla verdim, bir daha göremeyeceğim onu," demiş kral büyük bir kederle. Bunun üzerine prenses sessizce masadan ayrılmış, odasına giderek babasının onu öldürmek için gönderdiği sırada giydiği elbisenin aynısını giyerek dışarı çıkmış. “Ben sana, seni su ve tuz kadar sevdiğimi söylediğim için sen beni öldürtmek istedin. Artık tuzsuz ve susuz yemek yemenin nasıl bir şey olduğunu biliyorsun,” demiş. Babası tek bir söz bile söyleyememiş, fakat ona sımsıkı sarılmış ve af dilemiş.

Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.



Çeviren: Sibel Ezgin
Editör: Nuray Önoğlu
İtalyan masalı

Comments

Popular posts from this blog

BİR GÖZ, İKİ GÖZ, ÜÇ GÖZ ♫

GEYİK PRENS VE KIZ KARDEŞİ

KRİSTAL KÜRE