İKİZ KARDEŞLER ♫



Bir zamanlar çok zengin bir balıkçı varmış. Balıkçıyla karısının çocukları yokmuş. Günlerden bir gün evlerine yaşlı bir kadın gelmiş ve balıkçının karısına demiş ki: “Çocuğun olmadıktan sonra bu kadar varlığı, zenginliği ne yapacaksın?” “Tanrı’nın hikmeti” diye yanıtlamış balıkçının karısı. “Hayır, kızım; Tanrı’nın hikmeti değil. Kocanın avlandığı sularda küçük bir kırmızı balık var, eğer kocan o küçük kırmızı balığı tutsaydı, çocuğunuz olurdu; o yüzden bütün kabahat kocanda. Akşam eve gelince söyle ona, ne yapıp etsin, o balığı tutsun ve 6 parçaya bölsün. Parçalardan birini sen, birini kocan yiyin; birini köpeğine, birini de kısrağına yedir, kalan iki parçayı da evin sağ ve soluna göm. Bir süre sonra iki çocuğun olacak; köpeğinin ve kısrağının da ikişer yavrusu doğacak. Evinin sağ ve soluna gömdüğün parçaların yerinde de birer selvi ağacı bitecek,” demiş yaşlı kadın ve çıkıp gitmiş.

Aksam kocası eve gelince, yaşlı kadının söylediklerini bir bir anlatmış kadın. Balıkçı karısına o balığı tutup getireceğine dair söz vermiş ve sabah erkenden balığa çıkmış. Bütün gün uğraşmış ve gerçekten de kırmızı balığı tutup getirmiş. Balıkçı ve karısı, yaşlı kadının söylediklerini harfi harfine yerine getirmişler. Vakti gelince balıkçının karısı birbirine tıpatıp benzeyen ikiz oğlan çocuklar doğurmuş. Köpeğin ve kısrağın da, tıpkı yaşlı kadının söylediği gibi, ikiz yavruları doğmuş. Evin her iki tarafında ise birbirinin kopyası iki tane selvi ağacı boylanıp budaklanmaya başlamış.

Oğlanlar büyüyüp delikanlı olduklarında, ailelerinin hali vakti yerinde olmasına rağmen, evden ayrılıp dünyayı keşfetmek ve kendi isimlerini yapmak istemişler. Babaları başka evlatları olmadığı için her ikisinin ayni anda gitmesine razı olmamış. “Önce biriniz gidin, o geri gelince de ötekiniz gitsin” demiş.

Böylece oğlanların biri köpeğini alarak yola koyulmuş ve kardeşine demiş ki: “Selvi ağaçları yeşil olduğu sürece bil ki ben sağ ve hayattayım, ama biri solmaya başlarsa hiç durma ve peşimden gel” demiş.

Delikanlı yola çıkmış, az gitmiş uz gitmiş ve günün birinde yolu yaşlı bir kadının evinin önüne çıkmış. Yaşlı kadına misafir olmuş. Aksam kapının önünde otururlarken, uzaklarda bir tepe, tepenin üzerinde de bir şato gözüne çarpmış. Yaşlı kadına şatonun kime ait olduğunu sormuş. Yaşlı kadın “Oğlum,” demiş, “o gördüğün Yeryüzündeki En Güzel Kız denilen prensesin şatosu. Orada dünyanın en güzel kızı olan bir prenses yaşar.” “Öyleyse, ben de oraya gidip onun gönlünü çalmaya geldim” demiş oğlan. “Ah oğlum, aynı niyetle niceleri geldi buraya ama hiç biri başaramadı, canlarından oldular. Kral, prensese talip olanların hepsinin kafasını kesip su karşıda gördüğün direğe dikti,” demiş yaşlı kadın. Oğlanı oraya gitmekten caydırmaya çalışmış. Fakat oğlan inat etmiş. “Öyleyse ya bana da aynısını yapacak ya da ben prensesin gönlünü çalıp galip geleceğim. Yarından tezi yok, yola koyulup onu görmeye gideceğim,” demiş ve sonra da çalgısını alıp çalmaya başlamış. O kadar güzel çalmış ki Yeryüzünün En Güzel Kızı müziği duymuş ve oğlanın penceresinin önüne gelip onu gizlice dinlemiş.

Ertesi sabah Yeryüzünün En Güzel Kızı yaşlı kadının evine gitmiş. “Dün akşam çok güzel bir müzik sesi geliyordu evinden. Kim çalıyordu o müziği?” diye sormuş. Yaşlı kadın “Dün akşam evimde konuk olan bir yabancı, prensesim” diye cevap vermiş. Bunun üzerine prenses yabancının derhal kendisini ziyaret etmesini emretmiş.

Delikanlı prensesin huzuruna çıkınca prenses ona evi, ailesi ve çeşitli konular hakkında sorular sormuş; uzun uzun çalgısını çalısından ne kadar zevk aldığını anlatmış ve onu kocası olarak kabul edeceğini söylemiş. Oğlan da zaten buraya gelme amacının onunla evlenmek olduğunu söylemiş. Bunun üzerine prenses “Sen şimdi babama git ve ona benimle evlenmek istediğini söyle. Sana benimle evlenebilmen için 3 şartı olduğunu söyleyecek. Sonra bana gelip babamın şartlarının ne olduğunu anlat,” demiş.

Oğlan hemen kralın huzuruna çıkmış ve kızıyla evlenmek istediğini söylemiş. Kral da ”Eğer senden isteyeceklerimi yerine getirirsen kızımla evlenmenden mutluluk duyarım. Ama istediklerimi yapamazsan kafanı keseceğim. Şimdi iyi dinle; dışarıda iki kulaçtan daha kalın bir kütük var, kılıcınla bir vuruşta kütüğü ikiye bölersen kızımı sana eş olarak veririm, ama başaramazsan, bunu kelleni kaybederek ödersin,” demiş.

Oğlan kralın huzurundan çekilmiş ve eğer başaramazsa kafasının kralın önüne konacağını düşünerek canı çok sıkkın bir şekilde yaşlı kadının evine geri dönmüş. Kütüğü bir vuruşta ikiye nasıl ayıracağını düşünmekle öylesine meşgulmüş ki çalgısını bile unutmuş.

Aksam olunca, prenses oğlanın penceresinin önüne gidip müziğini dinlemek istemiş, ama hiç bir ses yokmuş. Bunun üzerine oğlana seslenmiş: "Hayrola niye bu kadar üzgünsün, niye çalgını çalmıyorsun?” Oğlan derdini anlatmış prensese. Prenses gülmüş, “Yani sen buna mı üzülüyorsun? Hadi kalk çalgını çal da beni eğlendir biraz, sabah erkenden de yanıma gel,” demiş. Oğlan prensesi eğlendirmek için almış çalgısını eline ve bütün gece çalmış.

Ertesi sabah prensesin yanına gitmiş. Prenses başından bir tel saç koparmış ve oğlana uzatarak “bu saçı al, kılıcına sıkıca sar, böylece bir vuruşta kütüğü ikiye bölebilirsin,” demiş.

Daha sonra oğlan gitmiş, prensesin dediği gibi olmuş; bir vuruşta kütüğü ikiye bölmüş. Fakat kralın şartları bununla bitmiyormuş. “Ama,” demiş kral, ‘kızımla evlenebilmen için bir şartım daha var.” “Emriniz olur” demiş oğlan. “Dinle o zaman," demiş kral. “İki elinde içi su dolu birer kadehle ata binip şu uzun yol boyunca atınla dörtnala gideceksin. Tek bir damla bile su dökmeden gidebilirsen, sana kızımı vereceğim, ama başarmazsan canını alacağım.”

Oğlan yaşlı kadının evine dönmüş, canı yine öyle sıkılmış ki çalgısı bile aklına gelmemiş. Akşam olunca prenses yine müzik dinlemek için penceresinin önüne gelmiş, ama hiç ses yokmuş. Oğlana seslenmiş: “Seni müziğinden bile alıkoyacak kadar büyük ne derdin var?” Delikanlı kralın emrini anlatmış prensese. Prenses  "Sen şimdi buna kafanı takma, hadi çalgını çal ve yarın sabah da yine yanıma gel,” demiş. Delikanlı çalgısını çalmış, Yeryüzündeki En Güzel Kız da önceki gecelerde olduğu gibi zevkle dinlemiş onu.

Sabah olunca delikanlı prensesi görmeye gitmiş, prenses parmağından iki yüzüğünü çıkarıp oğlana vermiş ve “Al bu yüzükleri, kadehlerdeki suyun içine at, yüzük suyu donduracak ve böylece sen de bir damla bile su dökmeden atını dörtnala sürebileceksin,” demiş.

Delikanlı aynen prensesin dediği gibi yapmış ve suyu dökmeden sonuna kadar taşımayı başarmış. Bunun üzerine kral demiş ki “Şimdi sana üçüncü ve son bir görev vereceğim. Yarın benim siyahi fedaimle dövüşeceksin, eğer onu yenersen kızımla evlenebilirsin.”

Delikanlı sevinçle yaşlı kadının evine dönmüş. O aksam o kadar mutluymuş ki müzik dinlemek için penceresinin önüne gelen prenses şaşırarak, “Bu akşam çok neşeli görünüyorsun; babam seni bu kadar sevindirecek ne söyledi?” diye sormuş. “Baban benden yarın siyahi fedaisi ile dövüşmemi istedi. O da benim gibi bir Tanrı kulu, onu alt edeceğim ve bu yarışı kazanacağım. O yüzden böyle sevinçliyim,” demiş. Ama prenses itiraz etmiş. “Bu en zoru,” demiş, “o siyahi fedai benim; içeceğim bir iksir beni bir süre için, yenilmez güçte siyah bir adama dönüştürecek. Yarın sabah pazara git, on iki tane manda derisi satın al ve bunları atına kat kat, iyice sar. Sen de sana verdiğim bu örtüye sarın. Beni senin üstüne saldıkları zaman bu örtüyü bana göster ki seni öldürmeyeyim. Sen de benimle dövüşürken atımı iki gözünün ortasından vurarak öldürürsen beni yenmiş sayılırsın.”

Sabah olunca delikanlı pazara gidip on iki tane manda derisi satın almış, atının her tarafını manda derisi ile kat kat iyice sarıp sarmalamış. Daha sonra saatler süren dövüş başlamış. On birinci deri de parçalandıktan sonra delikanlı fedainin atını, gözlerinin ortasından vurarak, öldürmüş ve böylece fedai yenik sayılmış.

Kral delikanlıya “Üç şartımı da yerine getirdin, artık benim damadım olabilirsin,” demiş. Ama delikanlı, “Öncelikle benim halletmem gereken bir isim var, on dört gün sonra gelip gelinimi alacağım,” demiş ve yola koyulmuş. Niyeti gidip ailesine haber vermek, onları düğüne katılmaları için alıp gelmekmiş. Farklı bir yoldan dönmek istemiş ve yolunun üstündeki büyük bir şehre varmış. Şehirde yaşlı bir kadının evine konuk olmuş. Aksam yemeğini yedikten sonra yaşlı kadından biraz su istemiş. Yaşlı kadın “Oğlum, hiç suyum yok. Devin biri pınarı zapt etti, yılda bir ona bakire bir kız götürüyoruz. Kızı yedikten sonra bizim su almamıza izin veriyor. Şimdi sıra kralın kızına geldi ve yarın prenses deve kurban verilecek, ancak o zaman su alabileceğiz,” demiş.

Ertesi gün aynen planlandığı gibi prensesi pınara götürmüşler, kızı altın zincirlerle bağlamışlar ve orada yalnız bırakarak geri çekilmişler. Zavallı prenses korku ve dehşet içinde ağlıyor, tir tir titriyormuş. Herkes gittikten sonra delikanlı prensesi kurtarmak amacıyla pınara gitmiş. Prenses öyle güzel öyle güzelmiş ki görür görmez vurulmuş prensese. Korku ve üzüntü içindeki prensesin karşısına çıkmış ve "Eğer benimle evleneceğine söz verirsen seni kurtarırım," demiş. Prenses sevinçle kabul etmiş.

Dev gelince delikanlı köpeğini devin üstüne salmış; köpek devin boynuna saldırmış ve delikanlı da kılıcını kalbine saplayarak öldürmüş onu. Böylece prenses kurtulmuş.

Kral kızının kurtulduğunu öğrenince oğlanla evlenmesine razı olmuş ve büyük bir sevinçle düğün yapılmış. Genç çift yüz bir hafta boyunca hiç çıkmadan sarayda yasamışlar. Oğlan sonunda sıkılmaya başlamış ve ava çıkmak istediğini söylemiş. Kral onu bu isteğinden vazgeçirmek için çok uğraşmış ama başaramamış. Sonunda damadına yanına muhafız alması için yalvarmış, genç delikanlı reddetmiş, sadece atını ve köpeğini alıp yola çıkmış.

Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, sonunda çok susadığını farketmiş. Uzakta bir kulübe görmüş ve su istemek için atını kulübeye doğru sürmüş. Kulübenin sahibi yaşlı bir kadınmış, suyunu paylaşmak istememiş. Delikanlı, yaşlı kadına biraz su vermesi için yalvarmış. Kadın önce oğlanın köpeğine asasıyla dokunmak istediğini söylemiş; böylece kadın su getirmeye gittiğinde köpek onu ısırmayacakmış. Delikanlı razı olmuş, kadın asasıyla köpeğe dokunur dokunmaz köpek taş olmuş. Ardından kadın delikanlı ve atını da taşa dönüştürmüş.

Bunlar olduğu anda babasının evinin önündeki selvi ağaçlarından biri solmaya başlamış. Delikanlının ikiz kardeşi bunu fark etmiş ve hemen kardeşine yardım etmek için yola cıkmış.Kardeşinin devi öldürdüğü şehre varmış ve  kader yolunu  yaşlı kadının kardeşinin de kaldığı evine çıkarmış. Yaşlı kadın delikanlıyı görünce onu ikiz kardeşi sanmış ve “Kralın kızı ile evlendiğinde sana mutluluklar dilemeye gelemediğim için bana gücenme,” diyerek karşılamış. Oğlan kadının yaptığı hatayı anlamış ama sadece “Önemli değil, anacığım,” demiş. Başka da bir şey demeden atını sürmüş, kralın sarayına varmış, kral ve kızı onu ikiz kardeşi sanmışlar. Gördüklerine çok sevinmiş ve “Bunca zamandır nerde kaldın? Av sırasında başına kötü bir şey geldi sandık” demişler.

Gece olunca prenses kocasının ikiz kardeşiyle yatmış, ama delikanlı kılıcını ikisi arasına koymuş ve sabah olunca erkenden kalkıp kardeşinin yaptığı gibi ava çıkmış. Kaderi onu ikiz kardeşinin gittiği yoldan götürmüş. Uzaktan kulübenin önündeki taşa dönmüş kardeşini görmüş ve hemen tanımış. Kulübeye girmiş, kadına kardeşine yaptığı büyüyü bozmasını emretmiş. Kadın, “Önce asamla köpeğine dokunmama izin ver, sonra kardeşini serbest bırakacağım,” demiş. Delikanlı köpeğine kadına saldırmasını emretmiş, köpek kadını yemeye başlamış ve dizine kadar geldiğinde kadın, “Köpeğine beni bırakmasını söylersen ben de kardeşini serbest bırakırım,” diye bağırmış. Delikanlı “Sihirli sözcükleri bana söyle, belki ben kendim büyüyü bozabilirim,” demiş, ama kadın ısrarla söylememiş, o da kopeğine kadına yeniden saldırması için emir vermiş. Köpek kadını tam kalçalarına kadar yemişken, yaşlı kadın “Benim iki asam var, yeşil olanla taşa çeviriyorum, kırmızı olanla tekrar can veriyorum,” demiş. Böylece delikanlı kırmızı asayı almış, ikiz kardeşini, atını ve köpeğini kurtarmış. Kendi kopeğine de kadını tamamen yemesi için emir vermiş.

İki kardeş kralın sarayına gitmek üzere yola koyulmuşlar. İkizlerin sonradan geleni selvi ağacının nasıl kuruyup sararmaya başladığını, bunun üzerine ikiz kardeşini aramak için nasıl yola çıktığını, kayınbabasının sarayına nasıl geldiğini, kral ve prensesin kendisini nasıl kardeşi sandıklarını ve o gece nasıl prensesle aynı yatakta yattığını anlatmış. Bunun üzerine ikiz kardeşi çok öfkelenmiş ve kılıcını çekip kardeşini öldürmüş. Sonra kayınbabasının sarayına tek basına dönmüş.

Gece olunca karısıyla yatarken prenses “Dün akşam bir derdin mi vardı, bana tek kelime bile etmedin?” demiş. O zaman delikanlı “O ben değildim, ikiz kardeşimdi. Sen onu ben sanınca bundan yararlandığını, sana göz koyduğunu düşünüp onu öldürdüm,” demiş. “Ah, ne yaptın sen, bana dokunmadı bile, aramazı kılıcını koyup uyudu," demiş prenses. "Onu nerede öldürdün, cesedini bulabilir misin?” diye sormuş. “Tam olarak nerde olduğunu biliyorum,” demiş oğlan. “O zaman sabah erkenden oraya gideceğiz,’ demiş prenses. Sabah olunca birlikte yola cıkmışlar, gidecekleri yere varınca prenses yanında getirdiği küçük bir şişeyi çıkarmış ve şişedeki iksirden birkaç damlayı cesedin üzerine serpiştirmiş, böylece delikanlı canlanmış.

Kardeşinin canlanıp ayağa kalktığını gören ikizi çok sevinmiş, dünyalar onun olmuş. Kardeşine sarılıp, “Beni affet kardeşim, karımı senden kıskandığım için öfkemden gözüm döndü, seni öldürdüm. Çok yanılmışım, karım bana her şeyi anlattı,” demiş. Sonra birbirlerine sarılarak Yeryüzünün En Güzel Kızı’nın şatosuna gitmişler ve bekâr olan kardeş de onunla evlenmiş.

Sonra iki kardeş anne babalarını da yanlarına alarak hep birlikte mutlu bir hayat sürmüşler.

Çeviren: Heval Ceylan-Gilchrist
Editör: Nuray Önoğlu
İskoç masalı
Dinlemek için: https://soundcloud.com/burcin-cakar/ikiz-kardesler

Comments

Post a Comment

Popular posts from this blog

BİR GÖZ, İKİ GÖZ, ÜÇ GÖZ ♫

GEYİK PRENS VE KIZ KARDEŞİ

İKİ KARDEŞ